14 Temmuz 2010 Çarşamba
Guti Beşiktaş'ta
Beşiktaş, bu seneki 2. flaş transferine imza attı ve Real Madrid'in orta saha oyuncusu Guti ile anlaştı. Guti yarın Yıldırım Demirören'in özel uçağıyla sabah İstanbul'a gelecek. Sanırım yarın ki Vikingur maçı öncesi stadda gövde gösterisi yapılacak. Detaylar yarın maçtan sonra daha da netleşir.
5 Temmuz 2010 Pazartesi
Gitmemesi Gerekenler
Her takımın zaman zaman gıtmemesi gereken oyuncuları oluyor. Bayrak adam denilen oyuncular. Son zamanlarda dikkat çeken iki farklı örnek: Raul ve Nowitzki. Kariyerlerine başladıkları takımda devam ediyorlardı ikiside bu seneye kadar. İkisinin de takımları için ve takımlarının taraftarları için ne ifade ettiğini anlatmama gerek yoktur heralde. 16 yıl boyunca Real Madrid'de her sene istikrarlı bir şekilde gol atmak, tekliflere rağmen takımını bırakmamak ve bir şehrin sembollerinden biri olmak. Kolay iş değil. İşte şimdi bu adam ayrılıyor Real Madrid'den. Schalke en güçlü aday, Türkiye'de de adı geçiyor. Ben şahsen Raul'u başka bir takım formasıyla görmek istemem. Başka bir takımla adının anılıyor olması bile o fazlasıyla garip geliyor. Ben böyle adamların, özellikle belli bir yaştan sonra, gereken fedakarlık yapılıp kariyerinin sonuna kadar bayrak adamı olduğu takımda kalmasını isterim. Real Madrid için çok zor olmasa gerek Raul'un istediği kontratla eşleşmesi. Raul'un da bu saatten sonra oynamak istediğim takıma gitmek istiyorum şeklinde davranmayacağını düşünüyorum. Gerçekten çok üzüldüm Raul'un Real Madrid'den ayrılıyor olmasına. Gitse bile umarım ileride resimde yanında duran efsanenin Real Madrid'de şu anda gördüğü değeri ve saygıyı görür.
Diğer taraftan Nowitzki sözleşmesindeki opsiyonu kullanmayarak serbest oyuncu statüsüne geçti yakın bir zamanda. Onun istediği daha iyi şartlarda bir kontrattı. Dallas ona o kontratı önermek yerine diğer serbest yıldızlara yönelebilirdi. Nowitzkide fiyatını arttırmak için işleri kızıştırabilirdi -bizim oyuncu ve menejerlerin genelde yaptığı gibi- Ama Dallas bayrak adamına Nowitzkide kariyerini borçlu olduğu takıma karşı fedakarlık yaptı. Dallas Nowitzki'nin özellikle istediği kendi isteği dışında takas edilemez maddesini koyduç Nowitski ise aslında sonuna kadar hakettiği maksimum kontratı -Joe Johnson Atlanta'dan altı maksimum kontrat- almayarak takımının salary cap'inin rahatlamasını sağladı. Böyle adamlara saygım sonsuz işte...
29 Haziran 2010 Salı
Ivan Milijkovic ?
Fenerbahçe resmi sitesi voleybol transferlerinde gerilim vermeye devam ediyor. Yarın saat 12:30'da erkek voleybol takımına bir dünya yıldızı katılacağı yazıyor resmi sitede. Bazı sitelerde ise bu ismin Ivan Milijkovic olduğu yazıyor. Bayanlarda hiç beklenmeyen Furst ile aynı şekilde sözleşme imzalanmıştı, beklenenden daha iyisiydi. Umarım bu sefer beklenen olur çünü Korkunç Ivan'dan daha iyisini bulmak zor demek sanırım yanlış olmaz.
Transfer
Neredeyse 1 aya yakın oldu buraya yazmayalı. Altuğ'nun da dediği gibi yoğunluk ve seyahatlerden dolayı boşladık burayı. Bu arada yazıcak çok olay oldu ama devamlılığı en fazla olanı transferler. Diğer konuların üstüne aynı şeyler yazmanın anlamı yok artık. Dünya Kupasından sonra ölü sezonun en büyük heyecanı transferler. O geldi bu gitti şu geliyor derken yazın nasıl geçtiğini anlamadan takımlar sezonları açıyor.
Transferin şimdiye kadarki en hareketli takımı Beşiktaş. Senelerden beri ilk defa yıldız futbolcu transferi gerçekleştirildi. Burdaki amacın sadece saha içi oyun değil saha dışındaki havayadı da değiştirmek olduğu aşikar ki bu hedefe de ulaşıldı. Küçük liglerdeki başarılarıyla büyük liglere zıplayan bir adam Quaresma. İstikrarsızlık büyük problem onun için ama en büyük şansı 3 maçta 1 olumlu oynasa diğer iki maçı unutulucaktır Türkiye'de. TSL gibi sadece fiziğe dayalı futbol oynayan küçük takımların olduğu bir ligde yaratıcı oyuncu çok önemli ve bence Beşiktaş Sergen'den sonra ilk defa tam anlamıyla yaratıcı bir oyuncu kattı kadrosuna. Q7'nin gölgesinde kalsa da Hilbert bence çok iyi transfer. Schuster'in özellikle istediğini düşünüyorum. Tam bir görev adamı ve Beşiktaş'a belki Quaresmadan bile daha faydalı olabilecek bir isim. Son olarak Schuster. TD değerlendirmesinde yazmıştım daha önce. Magath'tan sonraki en iyi adaylardandı Beşiktaş için. Getafe gibi düşük bütçeli ve kalitesiz kadrolu bir takımla neler yaptığını biliyoruz. Bu da benim için bir teknik direktörde olması gereken en önemli özelliğin -elindeki malzemeyi en iyi şekilde kullanma- Schuster'de olduğunu gösteriyor. Beşiktaş taraftarı uzun zaman sonra sezon öncesi heyecanını sonuna kadar yaşıyor. Bende Beşiktaş'ın ilk maçını merak ediyorum açıkcası. Sonunda Demirören heyecan veren bir takım yaratmayı başardı.
Fenerbahçe bir süredir Daum skandalıyla uğraşıyordu. Sonunda kurtuldu ve Aykut geldi. Benim uzun zamandır istediğim bir hamleydi bu. Şu anda herşeyi kendi yapıyor Aykut. Transferler tamamen ona bırakılmış ve elinde istediği bir kadro olacak sezon sonuna kadar. Stoch transferi umut verici. Vizyonun değiştiğini gösteriyor. Hem saha içinde hem saha dışında. Yine TSL gibi fiziğe dayalı ve defans ağırlıklı oynayan takımların bulunduğu bir ligde kanat varyasyonları çok önemli. Aykut'ta sanırım bunu böyle görüyor olacakki iki kanat için de saf kanat oyuncuları transfer etme çabasında. Stoch potansiyeli ile bundan 2-3 sene önce buralara gelmeyecek bir adamdı ki Chelsea almıştı bonservisini. Patlamasını da geçen sene Twente'de yaptı. Çıplak gözle de dahil olmak üzere geçen sene yeteri kadar izledim Stoch'u. Yaşı genç, potansiyeli yüksek, aranılan adam bana göre. Geçen sene Gökhan Gönül'ü zor duruma düşürebilen nadir rakiplerdendi. Bunun dışında İlhan transferinin Bekir transferinden bir farkı yok benim gözümde. Bundan sonra bir sağ kanat ve bir forvet alınacağı yazılıyor. Kanat içinde ciddi şekilde Eden Hazard adı geçiyor. Böyle bir transfer olursa Türk futbolunda devrim olmuş demektir. Önümüzdeki 1-2 hafta Fenerbahçe'de de çok hareketli geçicektir.
Bunun dışında Bursaspor'un Insua transferi beni rahatlattı. Şu adam sonunda Türkiye'ye geldi ya artık ölsem de gam yemem. Ama seneye gazeteler Galatasaray'a kimi yazar orası muallak. İyi transfer Bursa için. Kayserinin Kevin Boyd transferi Aghahowa ve Makukula'dan sonra Anadolu standartlarında yıldız getirme geleneğini devam ettirdi. Bucaspor sessiz sedasız Jerko Leko ile sözleşme imzaladı. Anadolu takımlarına bugüne kadar gelmiş en iyi oyunculardan biri bence. Gençlerbirliği ise transferin diğer hızlı takımı. Aldıkları oyuncular hakkında fikrim yok ama merak edenler buraya bakabilirler. Bunların dışında da olan transferler var, biliyorum ama değerlendirmeye değer bulmamış olabilirim. Kendimce emin olduğum tek konu var o da bu sene Süper Lig hakikaten adının hakkını verebilir. Heyecanla bekliyorum izlemek için.
Transferin şimdiye kadarki en hareketli takımı Beşiktaş. Senelerden beri ilk defa yıldız futbolcu transferi gerçekleştirildi. Burdaki amacın sadece saha içi oyun değil saha dışındaki havayadı da değiştirmek olduğu aşikar ki bu hedefe de ulaşıldı. Küçük liglerdeki başarılarıyla büyük liglere zıplayan bir adam Quaresma. İstikrarsızlık büyük problem onun için ama en büyük şansı 3 maçta 1 olumlu oynasa diğer iki maçı unutulucaktır Türkiye'de. TSL gibi sadece fiziğe dayalı futbol oynayan küçük takımların olduğu bir ligde yaratıcı oyuncu çok önemli ve bence Beşiktaş Sergen'den sonra ilk defa tam anlamıyla yaratıcı bir oyuncu kattı kadrosuna. Q7'nin gölgesinde kalsa da Hilbert bence çok iyi transfer. Schuster'in özellikle istediğini düşünüyorum. Tam bir görev adamı ve Beşiktaş'a belki Quaresmadan bile daha faydalı olabilecek bir isim. Son olarak Schuster. TD değerlendirmesinde yazmıştım daha önce. Magath'tan sonraki en iyi adaylardandı Beşiktaş için. Getafe gibi düşük bütçeli ve kalitesiz kadrolu bir takımla neler yaptığını biliyoruz. Bu da benim için bir teknik direktörde olması gereken en önemli özelliğin -elindeki malzemeyi en iyi şekilde kullanma- Schuster'de olduğunu gösteriyor. Beşiktaş taraftarı uzun zaman sonra sezon öncesi heyecanını sonuna kadar yaşıyor. Bende Beşiktaş'ın ilk maçını merak ediyorum açıkcası. Sonunda Demirören heyecan veren bir takım yaratmayı başardı.
Fenerbahçe bir süredir Daum skandalıyla uğraşıyordu. Sonunda kurtuldu ve Aykut geldi. Benim uzun zamandır istediğim bir hamleydi bu. Şu anda herşeyi kendi yapıyor Aykut. Transferler tamamen ona bırakılmış ve elinde istediği bir kadro olacak sezon sonuna kadar. Stoch transferi umut verici. Vizyonun değiştiğini gösteriyor. Hem saha içinde hem saha dışında. Yine TSL gibi fiziğe dayalı ve defans ağırlıklı oynayan takımların bulunduğu bir ligde kanat varyasyonları çok önemli. Aykut'ta sanırım bunu böyle görüyor olacakki iki kanat için de saf kanat oyuncuları transfer etme çabasında. Stoch potansiyeli ile bundan 2-3 sene önce buralara gelmeyecek bir adamdı ki Chelsea almıştı bonservisini. Patlamasını da geçen sene Twente'de yaptı. Çıplak gözle de dahil olmak üzere geçen sene yeteri kadar izledim Stoch'u. Yaşı genç, potansiyeli yüksek, aranılan adam bana göre. Geçen sene Gökhan Gönül'ü zor duruma düşürebilen nadir rakiplerdendi. Bunun dışında İlhan transferinin Bekir transferinden bir farkı yok benim gözümde. Bundan sonra bir sağ kanat ve bir forvet alınacağı yazılıyor. Kanat içinde ciddi şekilde Eden Hazard adı geçiyor. Böyle bir transfer olursa Türk futbolunda devrim olmuş demektir. Önümüzdeki 1-2 hafta Fenerbahçe'de de çok hareketli geçicektir.
Bunun dışında Bursaspor'un Insua transferi beni rahatlattı. Şu adam sonunda Türkiye'ye geldi ya artık ölsem de gam yemem. Ama seneye gazeteler Galatasaray'a kimi yazar orası muallak. İyi transfer Bursa için. Kayserinin Kevin Boyd transferi Aghahowa ve Makukula'dan sonra Anadolu standartlarında yıldız getirme geleneğini devam ettirdi. Bucaspor sessiz sedasız Jerko Leko ile sözleşme imzaladı. Anadolu takımlarına bugüne kadar gelmiş en iyi oyunculardan biri bence. Gençlerbirliği ise transferin diğer hızlı takımı. Aldıkları oyuncular hakkında fikrim yok ama merak edenler buraya bakabilirler. Bunların dışında da olan transferler var, biliyorum ama değerlendirmeye değer bulmamış olabilirim. Kendimce emin olduğum tek konu var o da bu sene Süper Lig hakikaten adının hakkını verebilir. Heyecanla bekliyorum izlemek için.
Kaldığımız Yerden Devam Ediyoruz
Gerek festival döneminin başlaması, gerek hayatımızdaki genel yoğunluk, gerekse seyahatlerden dolayı buraya uzun süredir yazamıyoruz. Blogumuzu takip eden, yazılarımızı okuyan herkesten özürdileriz. 15 günlük "yatış" süresinin ardından yazılarımıza tekrar başlıyoruz.
Bu arada Aborjin FC ailesine katılmak isteyenler bize iletişim bölümünde yazan mail adresinden ulaşabilirler.
Aborjin FC
Bu arada Aborjin FC ailesine katılmak isteyenler bize iletişim bölümünde yazan mail adresinden ulaşabilirler.
Aborjin FC
9 Haziran 2010 Çarşamba
Fenerbahçe, Transfer ve Beklentiler
Futbolu takip eden çok kişi yarın TSL için 1. transfer döneminin resmen açılacağını biliyordur. Transfer dönemiyle birlikte her sene Kluivert Beşiktaş'a, Insua Galatasaray'a, Adriano Fener'e ve de Davids Kocaelispor'a gelir. Bir çoğumuz biliyor ki yazılı ya da görsel basında çıkan transfer haberi, haber niteliği değil malesef asparagas ve dedikodu niteliği taşıyor. Her sene Fenerbahçe'ye dünya yıldızları gelir, Ronaldinho sponsora kalmıştır, Sayın Aziz Yıldırım'ın rüyası Ibra'dır (Ibra ne ya Ibo deseniz daha iyi).
Bu yazımda Fenerbahçe yönetiminin transfer politikasını tartışmayacağım ki zaten sanırım yok, yazının başlığından da anlayacağınız üzere beklentiler ve sonrasında olanlardan bahsedeceğim.
Fenerbahçe'ye bugüne kadar bir sürü dünya yıldızı geldi: Schumacher, v.Hooijdonk, Ortega, Anelka, Alex, R. Carlos ve niceleri. Bu transferler taraftarı her zaman heyecanlandıran ve aslında bu oyunculardan her hangi biri, sezon içinde ya da kontratlarının devam ettiği sürece, hiçbir şey yapmasa bile bir hareketiyle taraftarı coşturacak cinsten transferlerdi. Hangisinden tam anlamıyla randıman alındı diye sorarsanız aklıma 2-3 isimden fazlası gelmiyor. Çoğunu da 30 yaşından sonra aldı Fenerbahçe ama adını duyurdu mu? Duyurdu tabi ki. Neyse konudan çok fazla sapmayalım, ama kısacası burada anlatmak istediğim şey Fenerbahçe dahil olmak üzere 3 büyüklere gelen yabancılar ya yaşlıydı ya da yıldızı sönmüş ama bir şeyler yapabilme potansiyeli olan futbolculardı.
Bugünlerde Fenerbahçe'nin adı bir çok futbolcuyla geçiyor, ve gariptir ki bu futbolcular Avrupa'da hem yıldız adayı hem de yaşları 30'un altında. Krasic, Dszudszak, Hazard aklıma gelen bir kaç futbolcu. Peki Fenerbahçe taraftarı ne istiyor yönetiminden? Yerine göre genç yerine göre yıldız, açıkçası Fenerbahçe taraftarının neyi çok istediği pek belli değil. Daha çok genç istiyorlar diye düşünsem de, her hangi bir genç yıldız adayının takıma geldiği ilk sezonda, kötü performans göstermesi halinde yazık olacak bu futbolcuya. Herkesin bildiği gibi Fenerbahçe taraftarı belki de en sabırsız taraftar kitlesi. Diğer yandan yıldız alınmadığında, "Vay efendim GS Baros'u, Keita'yı alıyor da biz yıldız almıyoruz?" deniyor. Bu saydıklarım bu sezon katkı yapan oyuncular anca tamamen deneme yanılma yöntemiyle transfer edilmiş futbolcular.
Neyse konumuza dönelim. Fener'le adı geçen futbolcuları Avrupa'da da bir çok kulüp istiyor ve takip ediyor. Bu yüzden Türk kulüpleri genç yıldızları almakta zorluk çekiyor hatta almaları imkansızlaşıyor. Neden mi? Gelin maddeler halinde bir bakalım nedenlere.
Bugünlerde basın organlarında Fenerbahçe için bırakın Krasic'i, Eden Hazard'dan Ibrahimovic'e kadar ütopik isimler çıkıyor ön plana. Yahu 19 yaşında Zidane'ın tahtına aday bir futbolcu, ya da dünyanın en iyi 3 forvetinden biri gelir mi bu kulübe, adaplı, kontrollü salla bari ey basın. Sen böyle yaptıkça, beklentiler yükseliyor. Beklentiler yükseldikçe, yıldız transferi olmadığında yönetime yükleniliyor. Hadi yine medyayı anladım da taraftarı hiç anlamıyorum. Genelleme yapacak olursak çoğu kişi kafasını kuma sokup bu kulübün potansiyelini reddediyor. Buna kendi içlerinde olmak üzere Beşiktaşlılar da Galatasaraylılar da dahil. Medya yazıyor, ediyor, çiziyor, gazetelerini ya da sayfalarını doldurmaya çalışıyorlar, ama sen kulübünü bilmiyorsun ki. Bilsen de kendini hayal dünyasında daha mutlu buluyorsun. Bunlara inanmıyorum diye yansıtsan da dışarı, içten içe umutlanıyorsun. Bu ülkede taraftarlar bu tür haberlerden sonra kaç defa derslerini aldılar, kaç defa örneklerini gördüler hala neyin peşindeler anlamıyorum. Yahu madem böyle her seferinde sonu hüsran oluyor, bırak okuma kardeşim transfer haberlerini, ya da sahte duyumcuların abuk subuk dedikodularını. Bu ülkede her kulüp en iyisini alıp, en iyisini yapmaya çalışsa da ellerinden gelen bu. Bunu hiç bir zaman unutmayın.
Bu yazımda Fenerbahçe yönetiminin transfer politikasını tartışmayacağım ki zaten sanırım yok, yazının başlığından da anlayacağınız üzere beklentiler ve sonrasında olanlardan bahsedeceğim.
Bugünlerde Fenerbahçe'nin adı bir çok futbolcuyla geçiyor, ve gariptir ki bu futbolcular Avrupa'da hem yıldız adayı hem de yaşları 30'un altında. Krasic, Dszudszak, Hazard aklıma gelen bir kaç futbolcu. Peki Fenerbahçe taraftarı ne istiyor yönetiminden? Yerine göre genç yerine göre yıldız, açıkçası Fenerbahçe taraftarının neyi çok istediği pek belli değil. Daha çok genç istiyorlar diye düşünsem de, her hangi bir genç yıldız adayının takıma geldiği ilk sezonda, kötü performans göstermesi halinde yazık olacak bu futbolcuya. Herkesin bildiği gibi Fenerbahçe taraftarı belki de en sabırsız taraftar kitlesi. Diğer yandan yıldız alınmadığında, "Vay efendim GS Baros'u, Keita'yı alıyor da biz yıldız almıyoruz?" deniyor. Bu saydıklarım bu sezon katkı yapan oyuncular anca tamamen deneme yanılma yöntemiyle transfer edilmiş futbolcular.
Neyse konumuza dönelim. Fener'le adı geçen futbolcuları Avrupa'da da bir çok kulüp istiyor ve takip ediyor. Bu yüzden Türk kulüpleri genç yıldızları almakta zorluk çekiyor hatta almaları imkansızlaşıyor. Neden mi? Gelin maddeler halinde bir bakalım nedenlere.
- Avrupa'da hem milli takım hem de kulüler bazında düzgün bir başarı olmaması.
- Türk kulüplerinin maddi olanaklar dışında transfer edilecek futbolculara başka bir şey sunamaması. (Örneğin CL'de yarı final ya da iyi bir kadro teminatı verilememesi)
- Stadların yetersizliği.
- TSL'de kazma oyuncuların çok olması ve buna bağlı olarak sakatlık potansiyelinin artması.
- Türkiye'de yaşam. (Terör olaylarından tutun, örf ve adetlerden uluslararası gerginliklere kadar her şey)
- Türk kulüplerinin Avrupa yolunda bir basamaktan öte tatil köyü şeklinde görülmesi, alınacak paralarla emeklilik hayatını lüks bir şekilde yaşayabilecek olması.
Bugünlerde basın organlarında Fenerbahçe için bırakın Krasic'i, Eden Hazard'dan Ibrahimovic'e kadar ütopik isimler çıkıyor ön plana. Yahu 19 yaşında Zidane'ın tahtına aday bir futbolcu, ya da dünyanın en iyi 3 forvetinden biri gelir mi bu kulübe, adaplı, kontrollü salla bari ey basın. Sen böyle yaptıkça, beklentiler yükseliyor. Beklentiler yükseldikçe, yıldız transferi olmadığında yönetime yükleniliyor. Hadi yine medyayı anladım da taraftarı hiç anlamıyorum. Genelleme yapacak olursak çoğu kişi kafasını kuma sokup bu kulübün potansiyelini reddediyor. Buna kendi içlerinde olmak üzere Beşiktaşlılar da Galatasaraylılar da dahil. Medya yazıyor, ediyor, çiziyor, gazetelerini ya da sayfalarını doldurmaya çalışıyorlar, ama sen kulübünü bilmiyorsun ki. Bilsen de kendini hayal dünyasında daha mutlu buluyorsun. Bunlara inanmıyorum diye yansıtsan da dışarı, içten içe umutlanıyorsun. Bu ülkede taraftarlar bu tür haberlerden sonra kaç defa derslerini aldılar, kaç defa örneklerini gördüler hala neyin peşindeler anlamıyorum. Yahu madem böyle her seferinde sonu hüsran oluyor, bırak okuma kardeşim transfer haberlerini, ya da sahte duyumcuların abuk subuk dedikodularını. Bu ülkede her kulüp en iyisini alıp, en iyisini yapmaya çalışsa da ellerinden gelen bu. Bunu hiç bir zaman unutmayın.
8 Haziran 2010 Salı
Beşiktaş'ın Teknik Direktör Adayları
Geçtiğimiz gün Beşiktaş görüştüğü teknik direk direktör adaylarını borsaya bildirdi. Hepsi kariyerinde Avrupa'da büyük takım çalıştırmış hocalar hatta bazıları büyük liglerde küçük bütçeli takımlarla başarılar kazanmış isimler. Ramos, Schuster ve Pellegrini La Liga'da sırasıyla Sevilla, Getafe ve Villareal'de iyi sezonlar geçirip Real Madrid'e gelen, kaderleri birbirine çok benzeyen üç isim. Üçünün de bence CVlerindeki en önemli takımlar Sevilla, Getafe ve Villareal. Ramos diğerlerine göre Avrupa'da daha çok çalışmış ve bence İspanya dışındaki başarısızlıkları diğer isimlere göre dezavantajı. Tersten bakarsak diğerlerinin en büyük dezavantajı ise hep aynı ülkelerde çalışmış olmaları. Bu bağlamda üç isim hakkında tek soru işareti çok klişe de olsa Türkiye'yi tanıma konusu. Bu her yeni teknik adam için geçerli olacaktır. Bu eleştrinin gelmemesi için daha önce Türkiye'de çalışmış 5 teknik direktörün eftarında dönmek lazım. Diğer adaylardan Lucescu hakkında uzun uzun yazmaya gerek yok. Bence Lucescu'nun gelmesine de gerek yok. Her sene, başarısız olan her takım için can simidi olmasından ben sıkıldım. Tabiki de belli avantajları var, özellikle doğrudan hedefe gitme konusunda çok başarılı ama ben yine de yeni bir heyecan yaratma taraftarıyım. Magath'ta listede olan adaylardan. Belki de başarılarına oranla Avrupa'nın en az itibar gören teknik direktörlerinden biri. Gittiği hemen hemen her takımda belli başarılar kazanmış bir isim. Aşırı ağır antremanları çok meşhur. Kondisyon bazlı sistemi olması Türkiye için ayrı bir avantaj. Bence bu isimler içinde Beşiktaş için en iyi transfer Magath. Gelir mi orasını bilemem ama görüşüldüğüne göre var bilinen. Bir Fenerbahçeli olarak bu altı isimden umarım gelmez dediğim belki de tek isim Magath. Listedeki en zayıf isim ise bence Koeman. Benim beğendiğim bir teknik direktör değil ve bence Rijkaard etkisi yaratamayacak bir isim. En azından Beşiktaş'ın başında olması beni korkutmayacak bir isim. Sonuçta bu adaylar içinde bence en uygunu Magath. Ondan sora Pellegrini ve Schuster kendilerini zor şartlarda kanıtladıkları artısından dolayı bence tercih edilmeli. Ramos kötü Avrupa kariyerinden dolayı bu ikilinin gerisinde benim gözümde. En sonda ise Koeman var. Lucescu bence bu listeden apayrı bir yerde duruyor. Daum gibi o da "safe" tercih ve ben Türk futbolu ve Beşiktaş'ın geleceği için "safe" tercih yerine sistem kuracak tercihten yana olunması gerektiğini düşünüyorum. Bekleyip görelim bakalım gelecek ismi...
Resim: www.ligtv.com.tr
7 Haziran 2010 Pazartesi
Nadal Tahtını Geri Aldı
Yılın 2. Grand Slam turnuvası olan Roland Garros'ta (Fransa Açık) 1 yıl aradan sonra Nadal yine şampiyon oldu. Bundan önce ilk Fransa'da 2005 yılında ilk şampiyonluğunu yaşayan Nadal, 2009 yılında Söderling'e 4. turda yenilerek turnuvaya veda etmişti. Bugün de aynı turnuvada, fakat finalde yine Söderling'le rövanş niteliğinde bir maça çıktı. Maçtan önce Nadal, her ne kadar açık açık rakibinden korktuğunu deklare etse de aslında maçı kazananın Nadal olacağı açıktı.
Öncelikle Söderling'ten başlayalım. Söderling çeyrek finalde aslında sürpriz bir şekilde Roger Federer'i eleyerek çekinilmesi gereken bir rakip olduğunu giderek yükselen grafiğiyle göstermişti. Her ne kadar Federer toprak kortlarda çok başarılı olamasa da kağıt üstünde favori kendisiydi ve kendisine güvenenleri şaşırttı. Söderling 1.94 boyuyla ve vücudunun torkundan faydalanarak yaptığı vuruşlarla aslında gerçekten karşısında durulması zor tenisçilerden biri. Bugün de maçta aslında ne kadar tehlikeli olabileceğini gösterdi ancak kendi sonunu kendi hazırladı. Nasıl mı? 45 tane basit hata ve de set oyunlarının kopma noktalarında yaptığı çift hatalarla birlikte şampiyonluğu gümüş bir tepsi de sunarak. Tabi bu kadar hata yapmasaydı şampiyon olabilir miydi orası muallak ancak 3-0 mağlup olmazdı en azından. Oyunun bazı bölümlerinde ortaya attığı derin forehandlerle çok da zorladı Nadal'ı, ancak Nadal hileli gibiydi hatta god mode on yapmıştı sanki.
Nadal hakkında çok şey söylemeye gerek yok. Kısacası demin de dediğim gibi hileli - sanki bir tenis oyununda edit playerdan çoğu özelliği 99 yapılmış gibi ya da FM jargonuyla 20. Passing shotları, backhandlerindeki etkili ve yüzdeli vuruşları ve de return ace'leriyle bugün Söderling'in canını çok yaktı. Söderling'in boyu gereği gelen hantallığından dolayı uzanamadığı toplar da çok dikkat çekti, ama vücut bu en nihayetinde yapabilecek pek fazla şeyi yoktu.
Maçın genel değerlendirmesine geldiğimizde yine güzel bir final oldu. Uzun ralliler, akıl dolu vuruşlar, oyuncuların kendi oyunlarını oynaması (başta Nadal biraz kendi oyun tarzından çıkmıştı ama sonradan toparladı) ve de tabi ki ambiansıyla çok güzel bir final oldu. Maçı canlı izleyemeyenlerin banttan da olsa tamamını izlemelerini tavsiye ederim.
Öncelikle Söderling'ten başlayalım. Söderling çeyrek finalde aslında sürpriz bir şekilde Roger Federer'i eleyerek çekinilmesi gereken bir rakip olduğunu giderek yükselen grafiğiyle göstermişti. Her ne kadar Federer toprak kortlarda çok başarılı olamasa da kağıt üstünde favori kendisiydi ve kendisine güvenenleri şaşırttı. Söderling 1.94 boyuyla ve vücudunun torkundan faydalanarak yaptığı vuruşlarla aslında gerçekten karşısında durulması zor tenisçilerden biri. Bugün de maçta aslında ne kadar tehlikeli olabileceğini gösterdi ancak kendi sonunu kendi hazırladı. Nasıl mı? 45 tane basit hata ve de set oyunlarının kopma noktalarında yaptığı çift hatalarla birlikte şampiyonluğu gümüş bir tepsi de sunarak. Tabi bu kadar hata yapmasaydı şampiyon olabilir miydi orası muallak ancak 3-0 mağlup olmazdı en azından. Oyunun bazı bölümlerinde ortaya attığı derin forehandlerle çok da zorladı Nadal'ı, ancak Nadal hileli gibiydi hatta god mode on yapmıştı sanki.
Maçın genel değerlendirmesine geldiğimizde yine güzel bir final oldu. Uzun ralliler, akıl dolu vuruşlar, oyuncuların kendi oyunlarını oynaması (başta Nadal biraz kendi oyun tarzından çıkmıştı ama sonradan toparladı) ve de tabi ki ambiansıyla çok güzel bir final oldu. Maçı canlı izleyemeyenlerin banttan da olsa tamamını izlemelerini tavsiye ederim.
3 Haziran 2010 Perşembe
NBA Playoffs 2010 Final Serisi Başlıyor
NBA Playoffs 2010 final serisi (The Finals 2010) bugün TSİ 04.00'da Staples Center'da başlıyor. Bu finalin bir önceki finale, hatta klasik Celtics-Lakers finallerine göre daha zevkli ve heyecanlı geçeceği kesin. Biz de buradan final heyecanına ortak olmak isteyenlere bir video gönderelim. Final serisinin ardından şampiyonluk yüzüğünü takan takım ve oyuncularının, sezon başından sonuna kadar olan değerlendirmesini yine burada yapacağız.
İzleyemeyenler için: TIKLA
İzleyemeyenler için: TIKLA
29 Mayıs 2010 Cumartesi
Riquelme Ne Arar Bursaspor'da?
Bu aralar Riquelme Bursaspor'a geliyor gibisinden haberler çıkıyor. Aynı haber lig tv'nin sitesinde de var ancak konulan resim gayet manidar. Resmin üzerine yorum yapmamıza gerek yok heralde.
27 Mayıs 2010 Perşembe
Dünya Kupası Ülke Değerlendirmeleri - Arjantin
Kaleciler: Mariano Andujar, Diego Pozo, Sergio Romero
Defans: Nicolas Burdisso, Ariel Garcé, Gabriel Heinze, Nicolas Otamendi, Clemente Rodriguez, Walter Samuel
Orta Saha: Mario Bolatti, Demichelis, Angel Di Maria, Jonas Gutierrez, Javier Mascherano, Javier Pastore, Maxi Rodriguez, Veron
Forvet: Kun Agüero, Gabriel Milito, Gonzalo Higuain, Lionel Messi, Martin Palermo, Carlos Tevez
Gerek Copa America'da gerekse katıldığı tüm dünya kupalarında favorilerden biri olarak gösterilen, ancak bu potansiyelini özellikle dünya kupalarında yansıtamamış bir takım Arjantin. Daha önce bu kupayı 1978 ve 1986 yıllarında olmak üzere 2 kere götürmüş olan Güney Amerikalılar, son 2 olimpiyat oyunlarında şampiyon oldular. Tabi o turnuvalarda yer alan futbolcuları düşünürsek pek büyütülmeyecek bir olay gibi gözükebilir ama yine de turnuvalarda şampiyonluğa aday olduklarını ispatlamış oluyorlar.
Gelelim Maradona'nın tercihlerine. Kadro beklenen kadro gibi gözüküyor. Eksiklik yok, takımın ofansif oyuncuları her ne kadar efsane gözükse de, defansif ve de taktiksel anlamda neler yapabilecekler hepimiz göreceğiz.
Kalecilere baktığımızda üçüne de vasat üstü kaleciler diğebiliriz. Özellikle Andujar ve Pozo yetersiz gözükse de şu an kalelerinde 23 yaşında 1.92 boyunda bir Sergio Romero var. Bu turnuvada ekstra performans gösterebilir, ama şunu da unutmamak gerekir ki, bu tür turnuvalarda kalecilerin tecrübeli olması önemlidir. 2008 yaz olimpiyatlarında altın madalya kazanan takımın kalesini korumuş olsa da, olimpiyat oyunlarının böyle büyük turnuvalara pek fazla refere olacağını düşümüyorum. Nerde o eski Bonano'lar, Abbondanzieri'ler?
Defansa baktığımızda, hem yetenekli hem de genç oyuncularla harmanlanmış bir rotasyon görüyoruz. Defans kurgusunda Heinze gibi bir oyuncunun yer alması tabi ki büyük şans. Ayrıca Walter Samuel de takımın abilerinden olduğundan dolayı kesin pozitif etkileyecektir defans performansını. Ancak defansın ortasında Maradona bir delilik yapmazsa Demichelis'in yanında, transfer döneminin konuşulan ismi genç Otamendi'ye şans verebilir. Sol bekte Heinze yer alırken sağ bekte de Burdisso'ya yer verecektir. Son Kanada maçındaki gibi 3'lü defansla oynarlarsa Bolivya gibi gözümüzün pasını alırlar ama sanmıyorum ki Maradona öyle bir şey yapsın.
Orta sahaya geldiğimizde banko oynayacak oyuncular Di Maria, Mascherano, Messi ve de Agüero gibi gözüküyor. Maradona her seferinde farklı taktik ve kadro kuruyor anlam veremiyorum ama sanırım böyle bir 4'lü ortasaha kurgusu olur.
Forvete geldiğimizde işler biraz kızışıyor. Öyle ki Atağa yönelik orta saha oyuncularıyla beraber en iyi forvet rotasyonuna sahip takım Arjantin. Higuain, D. Milito ve de Tevez. Tabi bir de yaşlı kurt Palermo var onu da unutmamak lazım. Sanırım Maradona Tevez'i orta sahayla forvet arasında sola daha yakın bir yerde iç forvet olarak yer alır. Orta sahay kurgusu da dörtlü gibi gözüküyoruz ama Agüero da aynı şekilde ama sağ tarafta iç forvet olarak oynayabilir. En uçtaki isim ise Higuain olacak gibi gözüküyor ancak dediğim gibi bunlarda değişiklik olabilir çünkü inanılmaz bir varyasyon var gerek orta sahada gerekse forvette. 1-2 oyuncu dışında neredeyse hepsinin de yeri yedek kadroyla bile doldurulabilir.
Turnuvanın favorilerinden gözüken Arjantin, B grubunda Yunanistan, Nijerya ve Güney Kore'yle mücadele edecek. Bu gruptan Arjantin tahminimce G. Kore maçı dışında biraz zorlanacak ama lider olarak adını ilk 16'ya gruptan birinci çıkarak yazdıracaktır.
Dünya Şampiyonu olma şansları ise bir Brezilya ya da İspanya kadar değil bence. Kadroları çok iyi olsa da Maradona bu takıma bir şeyler katamadı diye düşünüyorum. Eleme gruplarından zar zor çıkarken, bireysel yeteneklerin ayağına baktı hep.
24 Mayıs 2010 Pazartesi
Dünya Kupası Ülke Değerlendirmeleri - İspanya
Defans: Albiol, Arbeloa, Capdevilla, Marchena, Pique, Puyol, Ramos
Ortasaha: Xabi Alonso, Busquets, Fabrégas, Xavi, Iniesta, Navas, Silva, Martinéz, Mata, Pedro
Forvet: Llorente, Torres, David Villa
Belki de Güney Afrika'da mücadele edecek takımlar arasında, kadrosu net belli olan takımlardan biriydi İspanya. Bir tek Torres ve Fabregas'ın sakatlıklarından söz ediliyordu, ancak onlar da 30 kişiden 23 kişiye düşürülen kadroda yerlerini aldılar.
İsviçre'de düzenlenen son Avrupa Şampyionasının şampiyonu İspanya, şüphesiz bu turnuvanın da en büyük favorilerinden biri. Gerek kadrosunun tam olması, gerekse Aragonés sistemini Del Bosque'nin devam ettirmesi, İspanyolların en büyük avantajlarından sadece ikisi.
Gelelim kadroya. Kaleciler, dünyanın tanıdığı kalburüstü kaleciler. Valdes'i hala beğenmememe rağmen, onun da ilk 11 için şansını zorlayacağı kesin. Kısacası İspanya'nın kalesi, bu 3 kaleciyle birlikte emin ellerde.
Defans hattına geldiğimizde, buradaki oyuncuların hepsinin kalitesi belli. İngiltere'yle birlikte turnuvanın en kaliteli defans rotasyonuna sahip olduklarını düşünüyorum, Muhtemel 4'lü defans, Ramos-Puyol-Pique-Capdevilla şeklinde olacaktır.
Ortasaha ise hem teknik hem de mücadeleci futbolculardan oluşuyor. Ortasahanın ortası ise her hangi bir sakatlık olmazsa Xavi-Iniesta ikilisinden oluşacaktır. Ancak sağ ve sol açık için ya da forvet arkasında oynayacak futbolcular için tek söyleyebileceğim şey ön libero olarak Xabi Alonso'nun, forvet arkası ya da ortasahanın ortasında 3. futbolcu olarak Fabrégas'ın oynama ihtimalinin olması. İspanya'nın yapacağı hazırlık maçlarından bir fikir edinebiliriz diye düşünüyorum.
Forvet mevkiisine geldiğimizde, 23 kişilik kadroya alınmayan Güiza'nın önünde olan isimlere bakıyorum: Torres, Villa ve Llorente. Açıkçası bundan önce neden Llorente yerine Güiza yer alıyordu takımda anlam veremiyordum ama şimdi doğru bir karar verdi Del Bosque. Güiza her ne kadar İspanya'da başarılı gözükse de, son 2 yıllık performansının ardından bu 3 futbolcudan her hangi birinin önüne geçmesi imkansızdı.
Grup olaraksa belki de, favorilerin en rahatı İspanya. Şili, İsviçre ve Honduras'la birlikte H grubunda yer alan İspanyollar, tahminimce bu gruptan 9 puanla çıkacaktır.
23 Mayıs 2010 Pazar
Dünya Kupası Ülke Değerlendirmeleri - Brezilya
Kaleciler : Gomes, Doni, Julio Cesar
Defans: Daniel Alves, Michel Bastos, Lucio, Gilberto, Luisão, Thiago Silva, Juan, Maicon
Orta Saha: Gilberto Silva, Julio Baptista, Josué, Elano, Kaká, Kleberson, Felipe Melo, Ramires
Forvet: Robinho, Grafite, Luis Fabiano, Nilmar
Dünya Kupası kadroları açıklandıktan sonra belki de en çok tartışılan tercihler Dunga'nın tercihleri oldu. Özellikle Brezilya'da ciddi tepkiler var kendisine karşı. Zaten ben bu Brezilya Milli Takım'ı seçimlerinde arkada nasıl bir lobicilik var anlamış değilim. Kadrodakilerden önce dışarda kalanlarla başlayalım. Ronaldinho, Pato, Marcelo, Hernanes, Andre Santos ve Paulo Henrique Ganso ilk akla gelenler. Bu oyuncular bu sene gösterdikleri performansla Julio Baptista, Elano, Kleberson, Robinho ve Felipe Melo'dan çok daha fazla hakettiler bence bu formayı. Denebilirki kim dışarda kalsa tartışılacaktı burası Brezilya Milli Takımı, ancak en azından form durumlarına göre bir tercihte yapabilirdi Dunga. Özellikle Kleberson ve Elano'nun orda olması son derece düşündürücü. Takımda sol bek yokken ve son 3 ayda çok iyi performans göstermesine rağmen Andre Santos'un orda olmaması da enteresan. Neyse bu konuda eğer Brezilya başarılı olursa kimse konuşamayacak kupadan sonra ancak bu kadro tercihinden sonra olası bir başarısızlık Dunga'nın sonunu getirir.
Kadroya gelince defansta dünyanın en iyi iki sağ beki kadroda ancak öte yandan kadroda tam bir sol bek yok. Dunga bu sorunu ya Dani Alves'i ters kanatta oynatarak çözecek yada bu sezonu formda geçiren Bastos ile. Ama Bastos sol bekte ne kadar performans verir orası muallak. Gilberto'dan sol bek olarak bahsetmiyorum bile. Bu bek rotasyonunda hadi Andre Santos olmadı en azından Maxwell kesinlikle olmalıydı bence. Defansın ortası ise zaten net: Lucio ve Juan bu Dünya Kupasını da beraber geçirirler.
Orta saha da ise oyuncular mücadeleci ve teknik olarak ayrılıyorlar bence. Josue mücadeleci kontenjandan banko bence kadroda. Kaka'da teknik kontenjandan. Bunların dışında kim oynarsa aynı benim gözümde. Belkide son yılların en gösterişsiz, en düz Brezilya Milli Takımı orta saha rotasyonu bu. En azından bir Ronaldinho'nun burda olmasını herhalde herkes isterdi.
Forvetlerde ise Robinho tercihi beni şaşırttı. Belki de kariyerinin en kötü sezonunu geçirdi Robinho bu sene. Diğer isimlerin yanında ise Pato olsun isterdim açıkcası. Onun dışında yine son yılların en sıradan forvet hattı olabilir. Luis Fabiano en önemli isim olacak bence burdaki.
Rakiplere bakıcna Portekiz ve Fildişi hiç hafife alınmayacak rakipler. Belki de kupanın en büyük süprizi bu grupta Brezilya'nın 3.lüğü olabilir. Eskisi gibi gözler kapalı bir üst tura yazılamaz Brezilya bu kadro ile bu grupta. Hatta ben forveti formda bir Portekiz'i grup liderliğine daha yakın görüyorum. Fildişi ise Brezilya için büyük tehdit burada. Son yıllarda tek eksikleri olan tecribeyi de kazanmış olmaları onları daha da önemli bir rakip yapıyor. Ve bence mücadeleci oyunları Brezilyaya ters gelebilir. Turnuvanın en keyifli grup mücadelesi kesinlikle burada olacak. Brezilya'nın ne yapacağı ise belki de ilk defa bu kadar merak konusu.
Caio Canedo
Wellington da Silva (İlerisi için Arsenal ile anlaştı) ve Philippe Coutinho (lerisi için Inter ile anlaştı) ile birlikte Brezilya'nın en önemli genç yıldızlarından biri de 19 yaşındaki Botafogolu forvet Caio Canedo. O diğerleri gibi bir Avrupa takımı ile sözleşme imzalayamadı henüz. Onu diğer gençlerden ayrı kılan özelliği ise enteresan hayat hikayesi. Kendisi daha 3 yaşındayken ailesiyle birlikte Amerika'ya göç etmişler, fakirlikten kurtulma umudu olarak. Daha sonra, babasıyla kendisi geri dönmek zorunda kalmışlar Brezilya'ya. Annesi ise şu anda Amerika'da hizmetçilik yapıyormuş ve 3 yıldır Canedo ile görüşemiyorlarmış. Canedo'nun en büyük amacıysa/hayaliyse iyi bir sözleşme kapıp annesinin yanında mutlu ve rahat bir şekilde yaşamasını sağlamak.
Diğer yandan Türkiye'deki 19 yaşındaki genç yıldız adaylarını düşünüyorum. 2 gol atınca göklere çıkanlar, gece klüplerini ikinci evi yapanlar, kadın peşınde koşanlar. O yaşlarında belki daha tam olarak haketmeden büyük paralar kazanıp, kendini kaybedenler. Belkide bizim genç futbolcularımızda olmayan Canedo'daki motivasyondur.
20 Mayıs 2010 Perşembe
Sen Kimsin?
Beşiktaş'tan ayrılan her oyuncunun konuşması artık bir adet halini aldı. Ama bu adamın bu kadar konuşması beni delirtiyor. 2003-2004 sezonunda adını duymaya başlamıştık altyapıdan yeni bir Sergen geliyor diye. Del Bosque zamanında az da olsa forma şansı bulmuştu. Yıllarca herkes içinde bir ümit bu genç yeteneğin Beşiktaş'a kazandıracaklarını bekliyordu. Ama olmadı. Serdar Özkan hiçbir beklentiyi karşılayamadı ve artık istenmeyen adam haline geldi.
Sözleşmesi bitince çok sevdiği ve hatta çalım atmayı öğrettiği fakat karşılığında hiçbir şey öğrenmediği Arda Turan'ın yanına gitti. Şimdi de kalkmış Beşiktaş taraftarı hakkında haddinde olmayan sözler sarfediyor.
"Beşiktaş taraftarları futboldan o kadar anlıyor ki, hala Nouma'yı alkışlıyorlar. Değerlerine sahip çıkmıyorlar. Altyapıdan yetiştim, geçen yıl iki kupa kazandırdım. Ama yine yaranamadım. Kimse değer bilmiyor. Taraftarlar isabetsiz, yaş ortalaması 40 olan Fenerbahçeli oyuncuları transfer eden Mustafa Denizli'yi alkışlasınlar. Batuhan bu takımdan kovuluyor, ben gönderiliyorum."
Bu sözleri Serdar Özkan gibi ahlaksız, karakteri zayıf birinin söylemesi zaten şaşırtmadı beni. Ancak Türkiye'de hiçbir takım Serdar'a Beşiktaş kadar sabredemez ve kucak açamaz. Bir şeye benzemeyen saçıyla, aldığı sahte SÖZ plakayla ve sadece kaçak dövüşür gibi top oynamakla bu adamdan zaten kimse bir şey beklemesin. Son olarak Nouma'ya laf edeceğine eğer sen onun 10da 1i kadar mücadele etseydin zaten şu anda hala bu kulüpteydin.
19 Mayıs 2010 Çarşamba
18 Mayıs 2010 Salı
Aziz Yıldırım Kalmalıdır!
Başlık net ve kesin olduğu kadar, yazımın içeriğini özetleyen en önemli cümle olarak da görülebilir.
Bundan 10 sene öncesinde, hatta 20. yüzyıldaki Fenerbahçe'yi bir hatırlayalım. 10 sene içinde 2 lig şampiyonluğu dışında göze çarpan hiç bir başarı yok. 6 haftada, 10 maçta kovulan teknik direktörler, camia içindeki kaos havası, umutsuz taraftar da cabası. Stad küçük, Fenerbahçe ne SPORTİF anlamda ne de ekonomik anlamda ön plana çıkmış, daha da ileriye gidersek Galatasaray hegemonyasındaki bir Türk futbolu; isyankar taraftar profili ve bir türlü yerli yerine oturamayan yönetim şekli hakimdi. Kısacası 90'lu yıllar Fenerbahçe için bir kabus şeklinde geçmiş. Öte yandan diğer hiç bir amatör branşta - ki futbol dışında bütün branşlar böyle adlandırılıyor, yoksa tamamen profesyonel - Fenerbahçe'nin esamesi okunmuyor, Fenerbahçe Erkek Basketbol takımının Koraç kupasında çeyrek finale çıkmasından başka bir başarı gözükmüyordu.
Sene 1998 olduğunda ise genel kurulda Vefa Küçük'e 1 oy fark atarak, Ali Şen'in ardından başkanlığa seçilmiş bir adam, ama kim bu adam? Neyin nesiydi bu Aziz Yıldırım? 90-92 sezonları arasında yönetimde yer alan son senesini de futbol şube sorumlusu olarak geçiren, NATO için inşaat yapan bir firmanın sahibiydi bu adam.
96-97 ve 97-98 sezonlarında Galatasaray'ın şampiyonluklarıyla sona ermiş sezonların ardından göreve gelen Aziz Yıldırım, normal olarak tesisleşmeden ve de ekonomik büyümeden önce taraftarına şampiyonluk vermek istemiştir ancak bu hedefine 2000-2001 sezonunda Mustafa Denizli önderliğinde ulaşabilmiştir. Daha sonra ki ekonomik büyümeden ve de tesisleşmeden her yerde bahsedilse de burada da kısa bir özetini geçeceğim.
Öncelikle stadı büyütüp 55000 kişilik dev bir futbol mabedi yaratan Aziz Yıldırım daha sonra basın-yayın sektöründe, Fenerbahçe dergisi, gazetesi ve televizyonunu taraftarlarına sunmuş, giyim-tekstilde Türkiye'nin dört bir yanına, takımın resmi markası olarak da anılan Fenerium'ları açmış, taraftar kart uygulaması yaparak bir çok taraftara kolaylık sağlamış ve de kulübün gelirini 16 mio avrodan 200 mio avroya çıkarmıştır. A futbol takımı için Samandıra'da Avrupa'da bir çok büyük klübün standarlarına sahip olan Can Bartu tesislerini, futbolcularına sunmuş ve Ataşehir'de halen inşaatı süren Fenerbahçe Ülker City projesiyle de sadece futbola değil, basketbola ve voleybola da büyük yatırımlar yapacağının sinyallerini çoktan vermiştir.
Sene 2010 ve bugün herkes Aziz Yıldırım'ın olası istifasından konuşuyor. Peki istifasından bahsedilen bu adam sportif anlamda neler mi yapmış? Bir görelim.
Bundan 10 sene öncesinde, hatta 20. yüzyıldaki Fenerbahçe'yi bir hatırlayalım. 10 sene içinde 2 lig şampiyonluğu dışında göze çarpan hiç bir başarı yok. 6 haftada, 10 maçta kovulan teknik direktörler, camia içindeki kaos havası, umutsuz taraftar da cabası. Stad küçük, Fenerbahçe ne SPORTİF anlamda ne de ekonomik anlamda ön plana çıkmış, daha da ileriye gidersek Galatasaray hegemonyasındaki bir Türk futbolu; isyankar taraftar profili ve bir türlü yerli yerine oturamayan yönetim şekli hakimdi. Kısacası 90'lu yıllar Fenerbahçe için bir kabus şeklinde geçmiş. Öte yandan diğer hiç bir amatör branşta - ki futbol dışında bütün branşlar böyle adlandırılıyor, yoksa tamamen profesyonel - Fenerbahçe'nin esamesi okunmuyor, Fenerbahçe Erkek Basketbol takımının Koraç kupasında çeyrek finale çıkmasından başka bir başarı gözükmüyordu.
Sene 1998 olduğunda ise genel kurulda Vefa Küçük'e 1 oy fark atarak, Ali Şen'in ardından başkanlığa seçilmiş bir adam, ama kim bu adam? Neyin nesiydi bu Aziz Yıldırım? 90-92 sezonları arasında yönetimde yer alan son senesini de futbol şube sorumlusu olarak geçiren, NATO için inşaat yapan bir firmanın sahibiydi bu adam.
96-97 ve 97-98 sezonlarında Galatasaray'ın şampiyonluklarıyla sona ermiş sezonların ardından göreve gelen Aziz Yıldırım, normal olarak tesisleşmeden ve de ekonomik büyümeden önce taraftarına şampiyonluk vermek istemiştir ancak bu hedefine 2000-2001 sezonunda Mustafa Denizli önderliğinde ulaşabilmiştir. Daha sonra ki ekonomik büyümeden ve de tesisleşmeden her yerde bahsedilse de burada da kısa bir özetini geçeceğim.
Öncelikle stadı büyütüp 55000 kişilik dev bir futbol mabedi yaratan Aziz Yıldırım daha sonra basın-yayın sektöründe, Fenerbahçe dergisi, gazetesi ve televizyonunu taraftarlarına sunmuş, giyim-tekstilde Türkiye'nin dört bir yanına, takımın resmi markası olarak da anılan Fenerium'ları açmış, taraftar kart uygulaması yaparak bir çok taraftara kolaylık sağlamış ve de kulübün gelirini 16 mio avrodan 200 mio avroya çıkarmıştır. A futbol takımı için Samandıra'da Avrupa'da bir çok büyük klübün standarlarına sahip olan Can Bartu tesislerini, futbolcularına sunmuş ve Ataşehir'de halen inşaatı süren Fenerbahçe Ülker City projesiyle de sadece futbola değil, basketbola ve voleybola da büyük yatırımlar yapacağının sinyallerini çoktan vermiştir.
Sene 2010 ve bugün herkes Aziz Yıldırım'ın olası istifasından konuşuyor. Peki istifasından bahsedilen bu adam sportif anlamda neler mi yapmış? Bir görelim.
- Futbol A Takımı Lig Şampiyonluğu (2000-2001,2003-2004,2004-2005,2006-2007)
- Futbol A Takımı Şampiyonlar Ligi Çeyrek Finali (2007-2008)
- Erkek Basketbol Takımı Lig Şampiyonluğu (2006-2007,2007-2008)
- Erkek Basketbol Takımı Türkiye Kupası Şampiyonluğu (2008-2009)
- Erkek Voleybol Takımı Lig Şampiyonluğu (2007-2008,2009-2010)
- Erkek Voleybol Takımı Türkiye Kupası Şampiyonluğu (2008-2009)
- Bayan Basketbol Takımı Lig Şampiyonluğu (1998'den bu yana 8 şampiyonluk)
- Bayan Basketbol Takımı Türkiye Kupası Şampiyonluğu (1998'den bu yana 9 şampiyonluk)
- Bayan Voleybol Takımı Lig Şampiyonluğu (2008-2009,2009-2010)
- Bayan Voleybol Takımı Türkiye Kupası Şampiyonluğu (2009-2010)
- Bayan Voleybol Takımı Süper Kupa Şampiyonluğu (2008-2009)
- Bayan Voleybol Takımı Şampiyonlar Ligi (2009-2010 - Finalist, 2008-2009 - Final Four)
- Yüzme Şubesi Şampiyonlukları (2001'den bu yana 9 şampiyonluk)
- Erkek Masa Tenisi Lig Şampiyonluğu (2006'dan bu yana 4 şampiyonluk)
- Bayan Masa Tenisi Lig Şampiyonluğu (1998-1999,1999-2000,2000,2001,2001-2002,2007-2008)
- Erkek-Bayan Boks Liglerinde toplamda 9 şampiyonluk, bireysel olarak sayısız Avrupa ve Dünya Şampiyonluğu
- Kürek ve Yelken şubelerinin 10 senelik hegemonyası ve şampiyonluklar
Peki futbolda ne yapmalıdır Aziz Yıldırım? Verebilecek tek cevabım var, o da sportif direktörlük adı altında Aykut Kocaman'a daha çok sorumluluk verilmesi, bunun yanında da kendi yanında oluşturacağı beyin takımıyla birlikte (beyin takımı olmak maşası olmak ya da adamı olmak manasında anlaşılmamalı) bazı kararları tek başına değil, ekip olarak alması gerekmektedir. Aziz Yıldırım'ın egosu olduğu doğrudur, ama Fenerbahçe şu an buralara kadar geldiyse onun sayesinde gelmiştir. Futbol şubesindeki katı kurallarını biraz daha gevşetebilirse ve bunun sadece kendi bildikleriyle olmayacağını, tek başına hareket ederek başarı sağlanamayacağını anlayabilirse futbol takımı şüphesiz daha başarılı olacaktır. Belli kalıplardan çıkılması, at gözlüklerinin çıkarılması herkes için daha karlı olacaktır.
Bir yandan da biraz beyin fırtınası yapalım. Olası bir Aziz Yıldırım istifasının ardından, başkan olabilecek potansiyel isimler, Ali Koç ile Mehmet Ali Aydınlar gibi gözüküyor. Hakan Bilal Kutlualp'in ya da Sadettin Saran'ın muhalefet yapmaları bile söz konusu değil ki, ben de kulübün kapısından içeri alınmalarına net karşıyım. Ali Koç ya da Mehmet Ali Aydınlar bu kulübün başına geldiğinde Aziz Yıldırım'dan tam destek alacaklarına ve aslında başarılı olacaklarına hiç bir şüphem yok ancak Aziz Yıldırım'ın gerek kulübü için yaptığı fedakarlıkları gerekse tecrübesini hiç bir türlü es geçemeyiz. Fenerbahçe KAOS Kulübü olmaktan çıkıyor derken Fenerbahçe kaosun içine sürüklenmemelidir. Bu nedenle önümüzdeki 2 sezon boyunca Aziz Yıldırım kalmalıdır - daha radikal ve esnek kararlarla.
17 Mayıs 2010 Pazartesi
Değişim vs Devrim
Önce şunu tartışmak lazım: Fenerbahçe bu sezon başarısız mı? Dün gece 10a yakın net gol kaçtı maçta. Bunlardan bir tanesi girse, Onur o kadar gününde olmasa, Fenerbahçe'nin ilk 80 dakika bir forveti olsa, bugün Fenerbahçe başarılı mı olacaktı? Bence bu sezon ortada büyük bir başarısızlık yok. Bursaspor da bu işi hakedicek mücadeleyi koydu, sonuna kadar kovaladı ve şampiyon oldu. Yani bu yazıyı okuyan biri olursa sanmasın ki, dün maç kaybedildi diye yazıldı. Sadece bütün sezon düşünüp söylemediğim şeyler bunlar, sezon sonunu beklediğim. Kişilerden sırayla başlaya başlaya ben söyleyeyim düşündüklerimi.
Aziz Yıldırım – Yönetim
İkisini birbirinden ayırmıyorum ki zaten yarısının Aziz Yıldırım'ın -Ali Koç dışında- tetikçileri olduğunu artik herkes biliyor. Belki de sene başında karşısında sağlam bir rakip olsa seçilemeyecek hale gelmişti Aziz Başkan. Seçildikten sonra ise başladı konuşmaya. Öpen takım lafları, 3 sene şampiyonluklar. Baştan yükseltildi taraftarın beklentileri. Önce Daum kararı ile başladı Başkan. Doğru, yanlış bu konuda herkesin fikri farklı olabilir. Garantici gibi gözüken tercihti. Her ne kadar sonunda daha başarılı da olsa Daum, Rijkaard'ın yarattığı heyecanı yaratamadı bizde. Daha sonra Mehmet Topuz rezilliğini patlattı Başkan. Hem 10m E bonservis bedeli, hem transfer işine karışan isim dedikodular hemde sonunda Başkan'ın bizzat gidip alması çok çirkindi. Transfer konusunda en iyi hamle bence Özerdi. Bunu çok yakında herkes fazlasıyla zaten görücek. Onun dışında vasat Brezilyalıları Daum'un istediğini biliyoruz. Aykut hamlesi ise belki de son yılların en yerinde hamlesiydi Başkan'dan. Acaba değişiyor mu diye bizi düşündürürken baktık tetikçiler yine Samandıra'da yatıp kalkmaya başladı, Aykut'un ne otoritesi ne karizması kaldı. Fenerbahçe kariyeri bence burada bitti Aykut'un. Son anons rezilliğinden bahsetmek bile istemiyorum. Dün o oyunun o çabanın arkasından, o rezillik olmasa tepki bu kadar sert olmazdı tribünden. Bunların yanında bir de amatör branşlardaki inanılmaz başarı var ki küçümsenmemeli bence. Şimdi burdan gitsin demek çok kolay, ama Aziz Başkan'ın değişmeyeceği ve ders almayacağı kesin. Artık bir kan değişimi zamanı geldi. Sistem kurma zamanı geldi. Türkiye'de Aziz Yıldırım'ın yarattığı anti-fener hareketini tersine çevirmenin zamanı geldi. Kim gelsin diyen olursa da herkes gibi benimde aklıma iki isim geliyor: Mehmet Ali Aydınlar ve Ali Koç.
Daum ve Kadro
Daum hakkında da kadro hakkında da uzun uzun yazmaya gerek yok. Daum'un gelmesindeki tek amaç kısa vadede başarı sağlamaktı. Sağlanamadı ve derhal gitmeli. Kim gelmeli diyene de cevap net: Sistem yerleştiricek, felsefe getirecek, genç başarıya aç biri. Kadroda da Volkan, Lugano, Emre, Özer ve Mehmet dışında herkes hemen derhal gitmeli. Alex ve bir yabancı +2 kalabilir belki. Yedek olarakta Bekir, Selçuk ve Gökhan Ünal kalabilir. 3-4 tane sağlam transfer ile seneye bu takım yine iyi iş yapıcaktır.
Taraftar
Son yılların en iyi tribün performansı bu sene geldi. En az suçlu olan heralde taraftardır bu sene. Taraftar tribünü uygulaması zaten bu sene tribünün çok iyi olacağına işaretti. Bundan sonra da bu zihniyetle her sene daha iyiye gider.
Rakipleri değerlendiricek olursam öncelikle Bursaspor'a sonsuz tebrikler. Anadolu'da şampiyonluk yakışacak şehirlerden biri Bursa. Her ne kadar taraftarını sevmesemde yıllardır takımının arkasında durmaları takdir edilir. Eskişehir ve Bursa bunu hakeden iki şehirden biriydi bence Süper Lig'de. Helal olsun sonuna kadar kutlasınlar. Ama asıl sınav onlar için şimdi başlıyor. Ne kadar vizyonlu oldukları ortaya çıkacak. Seneye CL'den de alacakları para ile birlikte yaklaşık 1 sene içinde 50 M TL kazanacaklar. İyi bir yapılanma ile gerçekten büyük takımların arasına girebilirler.
Galatasaray ve Beşiktaş açıkcası benim beklediğim şekilde bitirdiler sezonu. Galatasaray'ın başarısız olmasını beklememin nedeni kadrosunun kötülüğü veya Rijkaard'ın kötülüğü değil, girdikleri büyük değişim süreciydi. Yeni bir futbol felsefesinin yerleşme çabalarıydı. Ve eldeki orta saha ile o felsefenin oturmasının çok zor olacağıydı. Seneye iyi bir ortasaha ve stoper ile çok farklı bir Galatasaray izleyebiliriz. Beşiktaş ise bence 3 büyükler içinde kadrosu en kötü olan takım. Bu sene de bence yaptıkları başarıdır. Ayrıca sakatlıklardan da çok çektiler. Seneye akıllı transferlerle -bu takım oyunu havasını bozmazlarsa- onlarda yine mücadelenin içinde olacaklarıdır. Seneye belki de tarihin en güzel Super Lig yarışını izleceğiz. Artık yaza bakma zamanı.
Bu arada ligi temiz görmeyenler, kaleci hatalarını sorgulayanlar, şaibeli lig diyenler şimdi utanmışlardır umarım.
Aziz Yıldırım – Yönetim
İkisini birbirinden ayırmıyorum ki zaten yarısının Aziz Yıldırım'ın -Ali Koç dışında- tetikçileri olduğunu artik herkes biliyor. Belki de sene başında karşısında sağlam bir rakip olsa seçilemeyecek hale gelmişti Aziz Başkan. Seçildikten sonra ise başladı konuşmaya. Öpen takım lafları, 3 sene şampiyonluklar. Baştan yükseltildi taraftarın beklentileri. Önce Daum kararı ile başladı Başkan. Doğru, yanlış bu konuda herkesin fikri farklı olabilir. Garantici gibi gözüken tercihti. Her ne kadar sonunda daha başarılı da olsa Daum, Rijkaard'ın yarattığı heyecanı yaratamadı bizde. Daha sonra Mehmet Topuz rezilliğini patlattı Başkan. Hem 10m E bonservis bedeli, hem transfer işine karışan isim dedikodular hemde sonunda Başkan'ın bizzat gidip alması çok çirkindi. Transfer konusunda en iyi hamle bence Özerdi. Bunu çok yakında herkes fazlasıyla zaten görücek. Onun dışında vasat Brezilyalıları Daum'un istediğini biliyoruz. Aykut hamlesi ise belki de son yılların en yerinde hamlesiydi Başkan'dan. Acaba değişiyor mu diye bizi düşündürürken baktık tetikçiler yine Samandıra'da yatıp kalkmaya başladı, Aykut'un ne otoritesi ne karizması kaldı. Fenerbahçe kariyeri bence burada bitti Aykut'un. Son anons rezilliğinden bahsetmek bile istemiyorum. Dün o oyunun o çabanın arkasından, o rezillik olmasa tepki bu kadar sert olmazdı tribünden. Bunların yanında bir de amatör branşlardaki inanılmaz başarı var ki küçümsenmemeli bence. Şimdi burdan gitsin demek çok kolay, ama Aziz Başkan'ın değişmeyeceği ve ders almayacağı kesin. Artık bir kan değişimi zamanı geldi. Sistem kurma zamanı geldi. Türkiye'de Aziz Yıldırım'ın yarattığı anti-fener hareketini tersine çevirmenin zamanı geldi. Kim gelsin diyen olursa da herkes gibi benimde aklıma iki isim geliyor: Mehmet Ali Aydınlar ve Ali Koç.
Daum ve Kadro
Daum hakkında da kadro hakkında da uzun uzun yazmaya gerek yok. Daum'un gelmesindeki tek amaç kısa vadede başarı sağlamaktı. Sağlanamadı ve derhal gitmeli. Kim gelmeli diyene de cevap net: Sistem yerleştiricek, felsefe getirecek, genç başarıya aç biri. Kadroda da Volkan, Lugano, Emre, Özer ve Mehmet dışında herkes hemen derhal gitmeli. Alex ve bir yabancı +2 kalabilir belki. Yedek olarakta Bekir, Selçuk ve Gökhan Ünal kalabilir. 3-4 tane sağlam transfer ile seneye bu takım yine iyi iş yapıcaktır.
Taraftar
Son yılların en iyi tribün performansı bu sene geldi. En az suçlu olan heralde taraftardır bu sene. Taraftar tribünü uygulaması zaten bu sene tribünün çok iyi olacağına işaretti. Bundan sonra da bu zihniyetle her sene daha iyiye gider.
Rakipleri değerlendiricek olursam öncelikle Bursaspor'a sonsuz tebrikler. Anadolu'da şampiyonluk yakışacak şehirlerden biri Bursa. Her ne kadar taraftarını sevmesemde yıllardır takımının arkasında durmaları takdir edilir. Eskişehir ve Bursa bunu hakeden iki şehirden biriydi bence Süper Lig'de. Helal olsun sonuna kadar kutlasınlar. Ama asıl sınav onlar için şimdi başlıyor. Ne kadar vizyonlu oldukları ortaya çıkacak. Seneye CL'den de alacakları para ile birlikte yaklaşık 1 sene içinde 50 M TL kazanacaklar. İyi bir yapılanma ile gerçekten büyük takımların arasına girebilirler.
Galatasaray ve Beşiktaş açıkcası benim beklediğim şekilde bitirdiler sezonu. Galatasaray'ın başarısız olmasını beklememin nedeni kadrosunun kötülüğü veya Rijkaard'ın kötülüğü değil, girdikleri büyük değişim süreciydi. Yeni bir futbol felsefesinin yerleşme çabalarıydı. Ve eldeki orta saha ile o felsefenin oturmasının çok zor olacağıydı. Seneye iyi bir ortasaha ve stoper ile çok farklı bir Galatasaray izleyebiliriz. Beşiktaş ise bence 3 büyükler içinde kadrosu en kötü olan takım. Bu sene de bence yaptıkları başarıdır. Ayrıca sakatlıklardan da çok çektiler. Seneye akıllı transferlerle -bu takım oyunu havasını bozmazlarsa- onlarda yine mücadelenin içinde olacaklarıdır. Seneye belki de tarihin en güzel Super Lig yarışını izleceğiz. Artık yaza bakma zamanı.
Bu arada ligi temiz görmeyenler, kaleci hatalarını sorgulayanlar, şaibeli lig diyenler şimdi utanmışlardır umarım.
12 Mayıs 2010 Çarşamba
Diana Taurasi Resmen Açıklandı
Evden Dünya Kupası Keyfi(!)
Dünya Kupası yaklaştıkça ülkeler de bir bir kadrolarını açıklamaya başladılar. Kimi teknik adamlar 30 kişilik kadrolarını açıklarken kimileri de kesin Dünya Kupası kadrolarını duyurdular. Haziran'a kadar büyük sakatlıklar olmadığı sürece çoğu kadroda değişiklik olmayacak ancak Dunga ve Domenech büyük süprizlere imza attılar ve bunlar çok konuşulacak gibi duruyor.
Domenech artık nasıl bir torpilliyse ya da bu adamda bir şey var da biz mi göremiyoruz bilemiyorum ancak bütün başarısızlıklarına rağmen hala nasıl Fransa milli takımının başında anlamak gerçekten mümkün değil. Patrick Vieria'yı kadronun dışında bırakmış. Her ne kadar Man City'de bekleneni veremese de bu tip büyük turnuvalarda tecrübesiyle fark yaratabilecek bir oyuncu. Ancak en büyük tartışma konusu ise bu sene formasını Higuain'e kaptıran Benzema'nın kadro dışında kalmış olması.Ayrıca Samir Nasri'nin de listede esamesi okunmamış. Eski formuna hasret Djibril Cisse'yi 30 kişi arasında görmek de başka bir süpriz. Finallerde ne olur ne biter bilinmez ama Domenech gene Fransa milli takımının başında bulunmaya devam eder(!).
Bir diğer tartışılan kadro ise Dunga'nın açıkladığı 23 kişilik Brezilya milli takım kadrosu. Galatasaray'da formsuz bir sezon geçiren Elano çağırılırken en büyük şoku kadroya dahil edilmeyen Marcelo, Ronaldinho, Pato, Adriano ve Neymar yaşadı. Gilberto Silva, Josue, Kleberson gibi 30 yaşını çoktan geçmiş defansif orta saha ise takımın en güçsüz yeri olarak dikkat çekiyor. Sol bekte ise daha önce davet ettiği Andre Santos ve Marcelo'nun yerini ise Lyon'dan Michel Bastos ile doldurmayı planlıyor. Ancak Pato'nun olmadığı bir forvet hattı ne kadar etkili olur o da ayrı bir tartışma konusu.
İtalya kadrosu beklendiği gibi açıklandı. Tek sürpriz ise İtalya'ya dönmesi gündemde olan Giuseppe Rossi. Hollanda'da Van Nistelrooy kadroda yok.Uruguay, İsviçre, Amerika ve Kamerun ise tahmin edilen kadrolarını açıkladılar. Türkiye'den Rigobert Song, Geremi, Filip Holosko, Robert Vittek, Marek Sapara Dünya Kupasında milli takım formalarını terletecekler.
11 Mayıs 2010 Salı
En Sonunda!
Beşiktaş'ın sorunlu 3lüsünün başını çekenlerdendi Batuhan. Gerçekten iyi bir oyuncu ve yıldız olabilecekken kişilik açısından pek de gelişmemiş olduğu için her geçen gün dibe doğru ilerliyor. Bugün sonunda Eskişehirspor'a 2 milyon 100 bin euro karşılığında transfer oldu haberi geldi. Beşiktaş öbür sorumsuzları Serdar Özkan ve İbrahim Kaş'tan da bu sene sonunda kurtulacak. Maalesef Beşiktaş'ta çok şey beklenen bu 3 oyuncu da karakter olarak son derece zayıf çıktı. Fakat şimdi 3 tane daha pırıl pırıl genç bekliyor A takımda. Umarım Rıdvan, İsmail ve Necip diğerlerinin izinden gitmez ve Beşiktaş'a çok daha faydalı olurlar.
10 Mayıs 2010 Pazartesi
Euroleague'de Şampiyon Barça
Fransa'nın başkenti Paris'te oynanan 2010 Eurologe F4 maçlarının ardından kupaya uzanan taraf Regal FC Barcelona oldu. Cuma günü oynanan yarı final maçında CSKA Moskova'yı 64-54 yenen Barça, adını finale yazdırırken, diğer taraftan da heyecanlı ve zevkli mücadeleye sahne olan Olympiakos - Partizan maçını uzatmalar sonunda 83-80 Olympiakos adını finale yazdıran 2. takım olmuştu. Daha sonra pazar günü oynanan Final4 final maçını beklendiği üzere favori Barcelona Olympiakos'u 86-68 yenerek avrupa basketbolunun en prestijli kupasının sahibi oldu. Aynı gün oynanan 3.lük maçında ise, CSKA Moskova, Partizan'ı uzatmalar sonucunda 90-88 yenerek, avrupanın 3. büyüğü oldu.
Öte yandan Final 4'un en değerli oyuncusu, finalde Olympiakos potasına 21 sayı bırakan Juan Carlos Navarro seçildi. Navarro bundan önce 2008'de, Eurolegue normal sezonunun en değerli oyuncusu, ve bu sene de dahil olmak üzere toplam 4 kere tüm Euroleague sezonu kadrosu ilk 5'inde yer almıştı.
Avrupa basketbolunun en büyük organizasyonlarından biri olan Euroleage'de sanırım gerek genç kadrosu, gerekse taraftarıyla gönüllerin şampiyonu Partizan oldu. Özellikle yarı final ve 3.lük maçlarının ardından salonu boşaltmayarak taraftlarların takımlarına verdikleri destek, herkesin bu çılgın taraftar kitlesine gıpta ile bakılmasına neden olmuştur.
9 Mayıs 2010 Pazar
8 Mayıs 2010 Cumartesi
Geçmiş Olsun Rıdvan
Sene başından beri sakatlıklarla boğuşuyordu ve fazla forma şansı da bulamamıştı Rıdvan. Beşiktaş'ın yarıştan kopmasıyla beraber sağ bekte görev almaya başladı. Sivasspor ve Diyarbakırspor maçlarında etkili olmuş ve gelecek için iyi sinyaller vermeye başlamıştı. Fakat dün akşam Manisaspor maçında Simpson'un müdahalesiyle fibula kemiği kırıldı. Kırıkla beraber bağlarında da kopma meydana geldi. 18 yaşındaki bir oyuncu için kariyerinin başında böyle ağır bir sakatlık yaşaması üzüntü verici. 5-6 ay arasında bir tarihte dönmesi bekleniyor. Geçmiş olsun Rıdvan.
Elveda Küçük Şifo
300 bin kişide bir görülen ender bir hastalığa yakalanmıştı Mehmet Uzun. Hastalığı sebebiyle annesinin babasının adını hatırlamıyordu ancak Beşiktaşlı futbolcuların isimlerini unutmamıştı. Eskişehir maçında ise hayranı olduğu İbrahim Toraman'ın elini tutarak çıkmıştı İnönü Stadına. Mehmet Uzun dün vefat etti. Tabutunun üstünde çok sevdiği siyah beyaz formasıyla beraber... Mekanı cennet olsun.
6 Mayıs 2010 Perşembe
Euroleague Final Four
Avrupa'nın en prestijli basketbol organizsyonu Euroleague'de şampiyon bu haftasonu Paris'te oynanacak Final Four ile belli olacak. F4'a kalan takımlara bakınca Barcelona ve Olympiakos zaten sene başında burda olmasına kesin gözüyle bakılan takımlardı ve buraya kadar çokta zorlanmadan geldiler. CSKA Moskova'da bütçe olarak küçülmüş olmasına ve Messina'yı kaybetmesine rağmen Paris'e, birazda kura şansıyla, geldi. Dördüncü takım sezon başında bir sezon önceki ilk 5'inden 4 ismi Avrupa'nın büyük takımlarına gönderen ve genç kadrosuyla son yılların en büyük süprizine imza atan Partizan oldu. Onların bu başarısı tamamen ayrı bir yazı konusu olduğu için detayına şimdi girmeyeceğim. F4 eşleşmeleri ise şu şekilde:
Regal Barcelona – CSKA Moskova
Barcelona tartışmasız Avrupa'nın en iyi kadrosuna sahip. Guard rotasyonları belki de Euroleague tarihinin gelmiş geçmiş en iyisi. Basile, Lakovic, Navarro, Rubio, Grimau ve Sada. CSKA Moskova'nın guard rotasyonu ise J.R. Holden, Planinic, Landgon, Ponkrashov ve Keyru'dan oluşuyor. Bu bölgede her ne kadar CSKA Moskova'da çok güçlü olmasa da Barcelona bence biraz daha ağır basıyor. Kısa forvet ise Barcelona'nın belki de tek zayıf noktası. Pete Mickael bu sene çok formda ancak onu yedekleyecek bir isim yok. CSKA Moskova'nın üstünlük sağlayabileceği bölge burası olabilir. Uzun rotasyonunda ise iki takımın mücadelesini izlemek bir hayli keyifli olacak. Barcelona da Lorbek, Morris, Trias, Vazquez, N'Dong, CSKA Moskova da ise Smodis, Khryapa, Sokolov, Kaun ve sezon ortası takviyesi Mensah-Bonsu. Burada iki takım eşit gözüküyor. Koç olarakta iki genç koç olacak takımların başında. Sonuç olarak Barcelona tecrübesiyle ve bu seneki takım oyunuyla CSKA Moskova'nın bir adım önünde ancak olası bir süpriz de olmayacak iş değil. Seri olsa Barcelona tartışmasız, net favoridir derdim ancak tek maçlık bir mücadele bu. Oyuncularun gününde olması, konsantrasyonları büyük etken maç için. Belki de F4'un en zevkli mücadelesi bu maçta olacak.
Partizan – Olympiakos
Sezonun en büyük süprizi Partizan. Sene başında ilk gruplardan çıkmasına bile şüpheyle bakılan, oyun kurucusu geçen sene Mersin Büyükşehir Belediyesi'nden gelen, bir sezon önceki altın çağ gözüyle bakılan ilk 5'ten 4 oyuncu satan Partizan, Koç Vujosevic'in mucizesi ve takım oyunuyla buraya kadar geldi. Sonuç ne olursa olsun bu sene yaptıkları hiçbir zaman unutulmayacaktır. Bu noktada kadroları karşılaştırmaya gerek yok. Her bölge de Olympiakos daha üstün Partizan'dan kağıt üstünde. Ancak takım oyunu olarak Partizan sezonun en iyisi. Reboundlarda oynadıkları neredeyse her maçta rakiplerini ezdiler. İnanılmaz takım savunması yapıyorlar ve oyun setlerini kusursuz uyguluyorlar. Olympiakos ise güçlü kadrosunun hakkını vererek buraya geldi. Ciddi favoriler bu maçta ancak bir Barcelona maçını değerlendirirken dediğim gibi tek maçlık elemelerde herşey olabilir. Partizan'ın bu sene Barcelona ve Panathinaikos'u yendiğini unutmamak lazım. İki takımda önce çıkan isimler ise; Olympiakos'ta neredeyse bütün kadro ama illaki isim vermek gerekirse Schortsanitis, Teodosic, Kleiza ve Childress söylenebilir. Partizan'da ise Maric, Vesely ve McCalebb önce çıkan isimler. Umarım Partizan bir süprize daha imza atar ve bu peri masalını finale taşır.
Regal Barcelona – CSKA Moskova
Barcelona tartışmasız Avrupa'nın en iyi kadrosuna sahip. Guard rotasyonları belki de Euroleague tarihinin gelmiş geçmiş en iyisi. Basile, Lakovic, Navarro, Rubio, Grimau ve Sada. CSKA Moskova'nın guard rotasyonu ise J.R. Holden, Planinic, Landgon, Ponkrashov ve Keyru'dan oluşuyor. Bu bölgede her ne kadar CSKA Moskova'da çok güçlü olmasa da Barcelona bence biraz daha ağır basıyor. Kısa forvet ise Barcelona'nın belki de tek zayıf noktası. Pete Mickael bu sene çok formda ancak onu yedekleyecek bir isim yok. CSKA Moskova'nın üstünlük sağlayabileceği bölge burası olabilir. Uzun rotasyonunda ise iki takımın mücadelesini izlemek bir hayli keyifli olacak. Barcelona da Lorbek, Morris, Trias, Vazquez, N'Dong, CSKA Moskova da ise Smodis, Khryapa, Sokolov, Kaun ve sezon ortası takviyesi Mensah-Bonsu. Burada iki takım eşit gözüküyor. Koç olarakta iki genç koç olacak takımların başında. Sonuç olarak Barcelona tecrübesiyle ve bu seneki takım oyunuyla CSKA Moskova'nın bir adım önünde ancak olası bir süpriz de olmayacak iş değil. Seri olsa Barcelona tartışmasız, net favoridir derdim ancak tek maçlık bir mücadele bu. Oyuncularun gününde olması, konsantrasyonları büyük etken maç için. Belki de F4'un en zevkli mücadelesi bu maçta olacak.
Partizan – Olympiakos
Sezonun en büyük süprizi Partizan. Sene başında ilk gruplardan çıkmasına bile şüpheyle bakılan, oyun kurucusu geçen sene Mersin Büyükşehir Belediyesi'nden gelen, bir sezon önceki altın çağ gözüyle bakılan ilk 5'ten 4 oyuncu satan Partizan, Koç Vujosevic'in mucizesi ve takım oyunuyla buraya kadar geldi. Sonuç ne olursa olsun bu sene yaptıkları hiçbir zaman unutulmayacaktır. Bu noktada kadroları karşılaştırmaya gerek yok. Her bölge de Olympiakos daha üstün Partizan'dan kağıt üstünde. Ancak takım oyunu olarak Partizan sezonun en iyisi. Reboundlarda oynadıkları neredeyse her maçta rakiplerini ezdiler. İnanılmaz takım savunması yapıyorlar ve oyun setlerini kusursuz uyguluyorlar. Olympiakos ise güçlü kadrosunun hakkını vererek buraya geldi. Ciddi favoriler bu maçta ancak bir Barcelona maçını değerlendirirken dediğim gibi tek maçlık elemelerde herşey olabilir. Partizan'ın bu sene Barcelona ve Panathinaikos'u yendiğini unutmamak lazım. İki takımda önce çıkan isimler ise; Olympiakos'ta neredeyse bütün kadro ama illaki isim vermek gerekirse Schortsanitis, Teodosic, Kleiza ve Childress söylenebilir. Partizan'da ise Maric, Vesely ve McCalebb önce çıkan isimler. Umarım Partizan bir süprize daha imza atar ve bu peri masalını finale taşır.
ZTK 8. Kez Trabzonspor'un
Dün Şanlıurfa GAP Arena'da oynanan Ziraat Türkiye Kupası final maçında Trabzonspor, Fenerbahçe'yi 3-1 mağlup ederek kupayı kazanan taraf oldu. Maçın başından sonuna kadar, kupayı isteyen, saldıran, gol arayan ve baskı kuran taraf Trabzonspor'du. Nitekim Umut, Engin ve Colman'ın attığı golle kupaya uzanan taraf bordo mavili ekip oldu.
Andre Santos'un sakatlığı nedeniyle maça Vederson'la başlayan Fenerbahçe, bu maçta tam kadro çıktı Trabzonspor karşısına. Vederson dışında son haftaların savaşan, mücadele eden, baskı yapan Fenerbahçe'den eser yoktu bu maçta. Beni şaşırttı mı diye soracak olursanız pek şaşırtmadı, ancak 2000 yılından bu yana 5 kez finale çıkan bir takımın da kupa alması artık beklenen bir şeydi çoğu kesimlerce. Beklentileri karşılıksız bırakan sarı lacivertli ekip yine finalden boş döndü. Trabzonspor sonuna kadar haketti, kupa ya da maç kaybının bahanesi olmaz, ancak yine de kupanın kaybedilmesinin bir kaç nedeni olduğunu düşünüyorum. Birazdan sıracalayacağım nedenler önem sırasına göre değildir.
1.Gündüz Maçı
Aslında hiç bir zaman bahane edilmemesi gereken bir konu olsa da, yine de biraz etkisi olduğunu düşündüğüm bir unsur. Biyolojik olarak açıklayacak olursak, futbolcuların biyoritmi devamlı akşam maçı oynamaya endeksli olduğu için vücudun ritmi de, sosyal ve psikolojik adaptasyonları da buna göre endeksleniyor. Örnek verecek olursak, maç günü sabahtan kalkan teknik kadro ve futbolcuların, o gün yiyecekleri şeylerden, dinlenme saatlerine kadar belli, ancak maç saat 15:45'te olunca bırakın yemekleri, toplantıları, futbolcular dinlenmeye çekilmiş oluyorlar. Zaten en geç 1 saate de stada doğru yol alıyorlar. Ayrıca akşam oynanan maçlarda hava sıcaklığı 10-15 derece arasında seyrederken, bu maç Urfa sıcağında saat 4'te 28-29 derece civarında oynandı. Gerek daha fazla su kaybı, gerekse iklim değişikliği illa ki futbolcuları etkilemiştir. E peki Trabzonspor bundan etkilenmiyor mu? Tabi ki onlar da etkilenir, ama esas konu teknik ekibin futbolcuları gündüz maçına ve final kavramına kafaca hazır tutabilmesi.
2.Kupa Sendromu
Bu unsuru örnek vererek kısaca geçeceğim. Nasıl Galatasaray Kadıköy'de Fenerbahçe'yi yenemiyorsa ve bu olay hırs yaratmaktan çok tedirginlik veriyorsa Galatasaraylı futbolculara, aynı şekilde Fenerbahçeli futbolcular da stres altında başlıyorlar final maçlarına.
3.Futbolcu Kondisyonu
Şüphesiz ligin son çeyreğinde, en baskılı, en saldırgan, en mücadeleci futbolu oynayan takım Fenerbahçe. Haliyle futbolcuların da maçlardan sonra rejenerasyon periyodları uzadı. Haftada bir, saldırgan, devamlı pres yapan takımın futbolcularını bu maç da göremedik, neden mi? Tamamen futbolcuların yorgun olması ve kendilerini haftada bir olmak üzere yüksek tempoda maç yapmaya hem psikolojik hem de fiziksel olarak alıştırmaları.
4.Konsantrasyon
Bir yanda lig ve kupa şampiyonluğuna oynayan bir takım, diğer yanda da amacı sadece ZTK'yı almak olan, teknik direktörlerinin de "kupayı almak için elimizden geleni yapacağız, haftalardır bu maça hazırlanıyoruz" açıklaması yapılan bir takım. Anlatmak istediğim şey zor değil sanırım. Kupa kaybının en büyük nedeninin de bu olduğunu düşünüyorum. Trabzonspor Fenerbahçe'den daha çok istedi ve de aldı kupayı. Bu kupayı ne kadar çok istediklerini de maç boyunca bütün bordo mavili futbolcu gösterirken, Fenerbahçeli futbolcular maçın sonunda kupa verileceğinden bihaber gibiydiler.
Konsantrasyon adı altında bir diğer etken ise Fenerbahçe'nin lig şampiyonluğuna oynaması. Sayın Aziz Yıldırım tarafından verilen bir söz, son 2 haftaya lider girilmesi ve kafalarda şampiyonluk mücadelesi. Tabi ben futbolcu değilim bu psikolojiyi anlayamam belki, ancak "aklımız lig şampiyonluğunda" gibi bir düşünce varsa orta da tamamen yanlış. Sen Fenerbahçe'de oynuyorsan ve böyle diyorsan, bu takımın büyüklüğünü çözememiş demeksindir.
Ama bir kez daha yineliyorum, bu saydıklarımın sonuncusu dışında hiç biri bahane olamaz, olmamalı da.
Bu maçla ilgili kimseyi eleştirmeyeceğim, çünkü bu kupayı istememiş camia, savaşmamış belli. Beni üzen nokta kupanın 28 yıldır alınamaması değil, isterlerse 100 sene alamasınlar ancak 4 gün önce 2 hafta önce lig maçlarında gördüğümüz mücadeleyi görememek oldukça can sıkıcı. Peki Fenerbahçe Ankaragücü maçında da böyle mi oynayacak? Hayır, hep birlikte göreceğiz.
Helal olsun Trabzonspor'a.
*HDTD*
Andre Santos'un sakatlığı nedeniyle maça Vederson'la başlayan Fenerbahçe, bu maçta tam kadro çıktı Trabzonspor karşısına. Vederson dışında son haftaların savaşan, mücadele eden, baskı yapan Fenerbahçe'den eser yoktu bu maçta. Beni şaşırttı mı diye soracak olursanız pek şaşırtmadı, ancak 2000 yılından bu yana 5 kez finale çıkan bir takımın da kupa alması artık beklenen bir şeydi çoğu kesimlerce. Beklentileri karşılıksız bırakan sarı lacivertli ekip yine finalden boş döndü. Trabzonspor sonuna kadar haketti, kupa ya da maç kaybının bahanesi olmaz, ancak yine de kupanın kaybedilmesinin bir kaç nedeni olduğunu düşünüyorum. Birazdan sıracalayacağım nedenler önem sırasına göre değildir.
1.Gündüz Maçı
Aslında hiç bir zaman bahane edilmemesi gereken bir konu olsa da, yine de biraz etkisi olduğunu düşündüğüm bir unsur. Biyolojik olarak açıklayacak olursak, futbolcuların biyoritmi devamlı akşam maçı oynamaya endeksli olduğu için vücudun ritmi de, sosyal ve psikolojik adaptasyonları da buna göre endeksleniyor. Örnek verecek olursak, maç günü sabahtan kalkan teknik kadro ve futbolcuların, o gün yiyecekleri şeylerden, dinlenme saatlerine kadar belli, ancak maç saat 15:45'te olunca bırakın yemekleri, toplantıları, futbolcular dinlenmeye çekilmiş oluyorlar. Zaten en geç 1 saate de stada doğru yol alıyorlar. Ayrıca akşam oynanan maçlarda hava sıcaklığı 10-15 derece arasında seyrederken, bu maç Urfa sıcağında saat 4'te 28-29 derece civarında oynandı. Gerek daha fazla su kaybı, gerekse iklim değişikliği illa ki futbolcuları etkilemiştir. E peki Trabzonspor bundan etkilenmiyor mu? Tabi ki onlar da etkilenir, ama esas konu teknik ekibin futbolcuları gündüz maçına ve final kavramına kafaca hazır tutabilmesi.
2.Kupa Sendromu
Bu unsuru örnek vererek kısaca geçeceğim. Nasıl Galatasaray Kadıköy'de Fenerbahçe'yi yenemiyorsa ve bu olay hırs yaratmaktan çok tedirginlik veriyorsa Galatasaraylı futbolculara, aynı şekilde Fenerbahçeli futbolcular da stres altında başlıyorlar final maçlarına.
3.Futbolcu Kondisyonu
Şüphesiz ligin son çeyreğinde, en baskılı, en saldırgan, en mücadeleci futbolu oynayan takım Fenerbahçe. Haliyle futbolcuların da maçlardan sonra rejenerasyon periyodları uzadı. Haftada bir, saldırgan, devamlı pres yapan takımın futbolcularını bu maç da göremedik, neden mi? Tamamen futbolcuların yorgun olması ve kendilerini haftada bir olmak üzere yüksek tempoda maç yapmaya hem psikolojik hem de fiziksel olarak alıştırmaları.
4.Konsantrasyon
Bir yanda lig ve kupa şampiyonluğuna oynayan bir takım, diğer yanda da amacı sadece ZTK'yı almak olan, teknik direktörlerinin de "kupayı almak için elimizden geleni yapacağız, haftalardır bu maça hazırlanıyoruz" açıklaması yapılan bir takım. Anlatmak istediğim şey zor değil sanırım. Kupa kaybının en büyük nedeninin de bu olduğunu düşünüyorum. Trabzonspor Fenerbahçe'den daha çok istedi ve de aldı kupayı. Bu kupayı ne kadar çok istediklerini de maç boyunca bütün bordo mavili futbolcu gösterirken, Fenerbahçeli futbolcular maçın sonunda kupa verileceğinden bihaber gibiydiler.
Konsantrasyon adı altında bir diğer etken ise Fenerbahçe'nin lig şampiyonluğuna oynaması. Sayın Aziz Yıldırım tarafından verilen bir söz, son 2 haftaya lider girilmesi ve kafalarda şampiyonluk mücadelesi. Tabi ben futbolcu değilim bu psikolojiyi anlayamam belki, ancak "aklımız lig şampiyonluğunda" gibi bir düşünce varsa orta da tamamen yanlış. Sen Fenerbahçe'de oynuyorsan ve böyle diyorsan, bu takımın büyüklüğünü çözememiş demeksindir.
Ama bir kez daha yineliyorum, bu saydıklarımın sonuncusu dışında hiç biri bahane olamaz, olmamalı da.
Bu maçla ilgili kimseyi eleştirmeyeceğim, çünkü bu kupayı istememiş camia, savaşmamış belli. Beni üzen nokta kupanın 28 yıldır alınamaması değil, isterlerse 100 sene alamasınlar ancak 4 gün önce 2 hafta önce lig maçlarında gördüğümüz mücadeleyi görememek oldukça can sıkıcı. Peki Fenerbahçe Ankaragücü maçında da böyle mi oynayacak? Hayır, hep birlikte göreceğiz.
Helal olsun Trabzonspor'a.
*HDTD*
8 Saat
8 saat içinde;
- Trabzonspor Türkiye Kupası'nı kazandı,
- Inter Italya Kupası'nı kazandı,
- Tottenham Şampiyonlar Ligi'ne gitmeye hak kazandı,
- Marsilya 18 yıl aradan sonra Fransa Ligue 1'i şampiyon olarak tamamladı.
4 Mayıs 2010 Salı
Kısa Kısa İkinci Tur Tahminleri
Uzun zamandır bloga neredeyse hiç yazamadım. Hala okuyan, takip eden varsa kusuruma bakmasın gerçekten çok yoğunum. Bundan sonra daha sık yazmaya çalışacağım. Yazılara resim koymak çok zaman aldığı için bir süre resimsiz olacak benim yazdıklarım, eğer okuma konusunda zorluk oluyorsa, rahatsızlık veriyorsa yorum kısmına yazın lütfen.
Los Angeles Lakers -Utah Jazz
İlk maçı izlediğim için bu seri hakkında biraz daha rahat yorum yapabiliyorum. Öncelikle eksikler bu eşleşmenin kaderini belirledi ilk maçta. Memo'nun yokluğunda Utah pota altında çok zayıf kaldı Lakers'a karşı. Lakers zaten NBA'in neredeyse en iyi pota altı ikilisine sahipken karşılarında duracak kimse olmaması bu avantajı katlıyor. Ayrıca Oklahoma serisi iyi bir alarm olmuş Lakers için. Takım resmen silkelenmiş ve herkes biraz daha işin ciddiyetini anlamış. Bu koşullar altında Lakers'ın seriyi rahat geçmesi muhtemel. Skor tahminim ise 4-1 Lakers.
Phoenix Suns – San Antonio Spurs
Bu turun en güzel eşleşmesi. Belki de NBA'de son zamanların en büyük rekabeti iki takım arasında yaşanıyor daha önce geçen olaylı eşleşmelerden sonra. Son zamanlarda ilk kez Suns favori olarak başlıyor seriye. Nash ilk turda pek formda gözükmese de bence bu turda o da kendine gelecektir. Spurs artık yaşlandı ve onlara şampiyonluk kazandıran savunma anlayışından uzaklar. Bunda da en önemli etken Duncan'ın artık pota altını tek başına savunamaması. Her ne olursa olsun Spurs'un bir playoff takımı olduğunu ve Duncan-Manu-Parker-Jefferson dörtlüsünün potansiyelinin ne kadar yüksek olduğunu unutmamak lazım. Buna rağmen ben Suns'ın intikamını bu seride alacağını düşünüyorum. Skor tahmini 4-3 Suns.
Orlando Magic – Atlanta Hawks
Orlando hakkında yorum yapmak zor. İlk turda belkide playoffların en kötü kadrosu olan Bobcats'i rahat geçtiler. Howard'ın durgun hali onlar adına sıkıntı olabilir sadece. Hawks ise Bucks'ı 4-3 elerken pek iyi sinyaller vermedi. Açıkcası Bogut olsa Bucks elerdi diye düşünenlerin sayısı az değildir. Çok iyi bir kadroları var, çok dinamikler ve tam bir takımlar ancak tecrübesizlik onların canını çok yakıyor. Bazı maçlarda tamamen bazı maçların ise belli kısımlarında resmen uyuyorlar. Deplasmandaki halleri ise ayrı bir yazı konusu zaten. Bu durumda Orlando favori ancak Suns-Spurs serisinde olduğu gibi burda da süpriz olması muhtemel. Bu arada sezon içinde Orlando'nun ezici üstünlüğü de onlar adına ayrı bir avantaj -Atlanta yanılmıyorsan Orlando yerini garantiledikten sonra zar zor bir maç aldı ama ondan önceki maçlar çok farklı bitmişti. Skor tahmin 4-3 Orlando.
Cleveland Cavaliers – Boston Celtics
İlk maçı biten başka bir seri de bu. İlk maçı izlemedim açıkcası onunla ilgili bir yorumum yok. Bu gece izleyeceğim ikinci maçı ondan sonra belki daha net yazabilirim ancak kağıt üstünde Cavs favori. Özellikle Boston'da LeBron'u savunabilecek bir isim olmaması en büyük avantajı Cavs'in. Serinin bir başka güzel noktası ise Suns-Spurs serisi gibi yine arada son yıllarda büyük bir rekabet oluşmuş olması. Maçtan önce iki takım oyuncularının açıklamaları da ortamı germişti zaten. Kemik sesleri çıkan bir seri olacaktır ve Boston sonuna kadar direnecektir. Garnett eski Garnett olsa, içeri penetrelerinde LeBron'un karşısında durabilecek olsa yine ben Boston bir adım önde derdim belki ama bu şartlar altında Boston'un onları durdurması çok zor. Skor tahmini: 4-2 Cavs
3 Mayıs 2010 Pazartesi
NBA Playoffs 2010
Ulusal Amerikan basketbol ligi NBA'de play-off ilk turu karşılaşmaları dün oynanan Milwaukee Bucks - Atlanta Hawks maçıyla tamamlandı. 3-3 eşitlenen seriden sonra oynanan 7. maçı 95-74 kazanan Atlanta adını 2. tura yazdıran son takım oldu ve temsilcilerimizden Ersan İlyasova da play-offlara veda etmiş oldu. 2. turda oynanan ilk maçlarda şampiyonluğun favorilerinden Cleveland, Boston'ı kendi sahasında 101-93 mağlup ederken, bir diğer favori L.A. Lakers kendi sahasında Utah Jazz'ı 104-99 mağlup etti. Play-off 2. turundaki eşleşmeler ise şöyle:
03:00 Boston Celtics - Cleveland Cavaliers (NBA TV Canlı)
05:30 San Antonio Spurs - Phoenix Suns
Fenerbahçe Şampiyonluğa Bir Adım Daha Yaklaştı: 2-0
TSL'in 32. haftasında Şükrü Saraçoğlu Stadı'nda Eskişehirspor ile yaptığı karşılaşmadan 2-0 galip ayrıldı. Maçın gollerini Alex ve Özer atarken, sarı-lacivertli ekip bir çok gol pozisyonundan da yararlanamadı. Ligde kalesinde gol görmeme serisini 8 maça çıkaran Fenerbahçe, maçın başından sonuna kadar istekli, arzulu olan taraftı. Pres yapan, mücadele eden, yardımlaşan, gol pozisyonuna giren Sarı Kanaryalar, şampiyonluk için ne kadar istekli olduklarını da bir kez daha göstermiş oldular.
Bu maç dahil son 6 maçla beraber aslında sadece futbolcular değil, takımıyla, yönetimiyle, taraftarıyla tüm camianın bu şampiyonluğu ne kadar çok istediği açıkça görülüyor. Eskişehir maçının ilk yarısında coşan Fenerbahçeli futbolculardı, ikinci yarısında coşan tarafsa 12 numaraydı. Hatta hayatımda gördüğüm en ateşli taraftardı. Maçlara gittiğimde genelde gözüm sahada olur ama tezahüratlara destek olurum, ancak bu maçta bırakın sahaya bakmayı, kafamı çevirmedim bile yeşil sahaya. İnanılmaz bir ses ve inanılmaz bir şovdu. Maç öncesinde yapılan koreografi çalışması ise, futbol dünyasında gördüğüm en etkileyici çalışmalardan biriydi, hatta tek kelimeyle süperdi, görülmeye değerdi.
Cumartesi gecesi ise tek eksik değişen stad dj'inin performansıydı. Stadın eski dj'i kadar coşturamadı, gerektiği yerlerde gerektiği müdaheleleri yapamadı, ama tabiki o gecenin güzelliğini hiçbir şey bozamazdı, bozamadı da.
Ligin bitimine 2 hafta kala en azından 2.liği garantileyen Fenerbahçe, Ankara'da karşılaşacağı Ankaragücü ve Kadıköy'de karşılaşacağı Trabzonspor maçları ile ligin şampiyonluk düğümünü çözecek.
*HDTD*
Bu maç dahil son 6 maçla beraber aslında sadece futbolcular değil, takımıyla, yönetimiyle, taraftarıyla tüm camianın bu şampiyonluğu ne kadar çok istediği açıkça görülüyor. Eskişehir maçının ilk yarısında coşan Fenerbahçeli futbolculardı, ikinci yarısında coşan tarafsa 12 numaraydı. Hatta hayatımda gördüğüm en ateşli taraftardı. Maçlara gittiğimde genelde gözüm sahada olur ama tezahüratlara destek olurum, ancak bu maçta bırakın sahaya bakmayı, kafamı çevirmedim bile yeşil sahaya. İnanılmaz bir ses ve inanılmaz bir şovdu. Maç öncesinde yapılan koreografi çalışması ise, futbol dünyasında gördüğüm en etkileyici çalışmalardan biriydi, hatta tek kelimeyle süperdi, görülmeye değerdi.
Cumartesi gecesi ise tek eksik değişen stad dj'inin performansıydı. Stadın eski dj'i kadar coşturamadı, gerektiği yerlerde gerektiği müdaheleleri yapamadı, ama tabiki o gecenin güzelliğini hiçbir şey bozamazdı, bozamadı da.
Ligin bitimine 2 hafta kala en azından 2.liği garantileyen Fenerbahçe, Ankara'da karşılaşacağı Ankaragücü ve Kadıköy'de karşılaşacağı Trabzonspor maçları ile ligin şampiyonluk düğümünü çözecek.
*HDTD*
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)