31 Ekim 2009 Cumartesi

Bir Garip NBA


Bu sene son yılların en iyi ve en süprizli NBA sezonlarından birini geçireceğimizin sinyallari ilk 4 günde geldi. Neredeyse her takımın her takımı yenebileceği bir sezon olacak gibi gözüküyor. Önce Toronto'nun Cavs'i yenmesi, sonra Chicago'nun San Antonio'yu yenmesi ve son olarakta dün gece Thunder'in ve Dallas'ın deplasmanda sırasıyla Detroit ve Lakers'ı yenmeleri. Umarım böyle devam eder bütün sezon da her maçı izlemesi keyifli olur. Hele birde play-offlarda bir underdog hikayesi olursa son yılların en iyi NBA sezonu olmaya aday bu sezon.

29 Ekim 2009 Perşembe

Orlando Kaldığı Yerden: 16/29

Geçen sene oyununu Howard'ın dışarı çıkarttığı veya Hedo'nun hazırladığı toplarla gelen 3lüklere dayandıran Orlanda kaldığı yerden devam ediyor. Dünde 16/29 3lük yüzdesiyle oynamışlar ve farklı kazanmışlar. Geçen seneden daha iyiler sanırım. NBA TV en yakın zamanda umarım bir Orlando maçı verir de kararımızı veririz. Vince Carter'da ilk maçında gayet uyumlu gözükmüş bu arada. Onunda yüzük için son şansı.

Toronto'dan İyi Başlangıç


Toronto, kendi sahasında yaptığı sezonun ilk maçında, şampiyonluk adayı Cleveland'ı üstün bir oyunla devirdi. Sene başında Hedo'nun Toronto tercihi hedef küçültmek, daha doğrusu kariyerinde bir basamak aşağı inmek olarak görülsede, bu geceki maçtan sonra fikrim baya değişti. Çok enteresan ve izlemesi keyifli bir takım olmuşlar.

Ellerinde Bosh gibi bir süper yıldız varken geçen sezon yaşadıkları zaten akla mantığa sığmıyordu. Her süper yıldız gibi tam bir lider. Hedo tam aradıkları, oyun sıkıştığı anda güvenebilecekleri oyuncu boşluğunu doldurmuş. Calderon zaten bildiğimiz gibi oynatmak üzerine oynamaya devam ediyor. Bench artık daha sağlam.

Ancak en özel ikili -en azından bugün için- Bargnani ve Belinelli. İki İtalyan bugün fark yaratan adamlar oldular. Bargnani için yaz aylarında şutlarını inanılmaz geliştirdiği söyleniyordu ve bunun doğru olduğu bu gece ortaya çıktı. Her yerden şut sokabiliyor. Gördüğüm en sıradışı uzun olabilir belki de. Belinelli ise geçen sezon Rudy'nin Portland'da yaptığını bu sene Toronto'da yapacak gibi. Benchten gelip takıma enerji vermenin ve mücadele gücü katmanın yanında, yeri geldiğinde sorumluluk alacak, sut sokabilen atletik adam. Geçen sene sonunda bu cümlenin yanına eşittir Rudy Fernandez derdi sanırım herkes. Bu sene sonunda ise böyle giderse Belinelli olur.
Bryan Colangelo hakikaten yazı çok faydalı geçirmiş. En büyük sıkıntıları reboundlar ve bu konuda da Hedo büyük katkı bu takıma. Bu sene çok can yakacakları kesin gibi. Umarım play-off'a iyi bir yerden girip, konferans finali görüp sezonun süprizi olurlar. Bu sene gönlüm Toronto ile.
Son olarak, Belinelli formunu devam ettirir ve ilk 5e yerleşirse, NBA tarihinde ilk ve muhtemelen son kez bir takımın ilk 5in 4ü beyaz Avrupalılardan oluşacak. Calderon - Belinelli - Hedo - Bosh - Bargnani. Bu sene bu sahneyi görme şansımız yüksek.

Saldır Avrupa'nın NBA temsilcisi !

26 Ekim 2009 Pazartesi

Avrupa'da Bunlar Olmuyor Klişesi Vol.1

Türkiye'de futbol maçları öncesinde, sırasında ve sonrasında olan olayların hemen hemen hepsi Avrupa'da da oluyor. Belki verilebilecek uç örnek İngiltere olabilir ama orada da olamamsının nedeni zamanında bu işten lanet etmelerinden dolayı uygulanan ağır yasalar. İşin can sıkıcı tarafı, bu olaylar bizde olduğu zaman hiç araştırmadan aşağılık kompleksine girmemiz -özellikle basın- . Bundan sonra elimizden geldiği kadar bu olayların Avrupa'da da olduğunu gösteren haberleri bu başlık altında burada toplamaya çalışacağız. İlkini biraz önce aceto'da okudum. Atletico Madrid tribün grubu Frente Atletico kötü gidişin nedenini öğrenmek için Kaptan Antonio Lopez'i resmen sorguya çekmiş. Medya'da asmaya başlamış. Bu grubu bende daha önce idman basmalarından hatırlıyordum 2005 yılında. Vizyon aynı, düzen aynı, insan aynı, oyun aynı. Düşünsenize Arda Turan tribün liderlerine hesap verse neler olurdu burada...

Bu Filmin Sonu Yok


2009'un en çok beklenen anı, zamanın durduğu, herkesin nefesini tuttuğu günü yeniden yaşadık dün Şükrü Saraçoğlu stadında; Fenerbahçe - Galatasaray derbisi... Maçtan önce kimisine göre Fenerbahçe'nin 9 yıllık Galatasaray'a puan kaybetmeme serüveni devam edecekti, kimisine göre de Galatasaray bu 9 yıllık hasretine son verecekti, çünkü Galatasaray tarihinin en iyi kadrolarından biriyle sahaya çıkacaktı. Maça değinmeden önce maç öncesinde yaşadığım güzellikler ve de coşkudan bahsetmek istiyorum. Derbide Şükrü Saraçoğlu stadında takımımın yine yanında olabilmek için dün saat 10 sularında otobüsle Ankara'dan İstanbul'a doğru hareket ettik. Öncelikle gerek otobüste bulunan gerekse mola verdiğimiz yerlerdeki Fenerbahçeliler içimdeki heyecanı 1000 kat daha arttırdı ve bir an önce coşkulu Fenerbahçeliler'in maçtan önceki adresi olan Nazlı'da hemen yerimi almak istedim. Nazlı'ya vardığımızda saat 4 buçuk civarıydı. Yıllardır hasretini çektiğim o coşkulu taraftar yine ordaydı geri gelmişti. 3 sene önceki 4-0'lık Fenerbahçe galibiyetiyle tamamlanan maçın öncesinde ki ya da ŞL'nde her maçtan önce takımını yalnız bırakmayan inançlı taraftar yine ordaydı...Yakılan meşaleler, yapılan tezahüratlar, renkler ve tabi ki pankartlar görülmeye değerdi. Nazlı'nın orada geçirdiğimiz yaklaşık 3 saat süreden sonra stadda yerimizi aldık. Öncelikle şunu söylemeliyim belki psikolojik baskı yaratma çabası belki de maçın oyuncular üstünde ki gerginliğinden dolayı - bilemiyorum - ama Cristian'ın Arda'ya yaptığı hareket ne olursa olsun çok gereksizdi. Tabi ki Fenerbahçe taraftarının daha çok coşmasına neden olan unsurlardan da biri olarak kayıtlara geçmiştir. 2. si ise yardımcı hakemin başına gelen yabancı madde. Evet her taraftar maçın gerginliğiyle bazı hatalar yapmıştır, ben de dahil, ama hakeme zarar verecek şekilde yapılan bu eylem Fenerbahçe'nin 1 maç seyircisiz oynama cezası almasına neden olacağı kanaatindeyim. Maçtan önce hazırlanan koreografilerin de bu takımın bu konuda Türkiye'de başka rakibinin olmadığının göstergesiydi.
Maç başladığında eskiyi aratmayan, takımını 1 dakika yalnız bırakmayan Fenerbahçe taraftarı iş başındaydı. Bu güzel taraftaranın mimarı olan "Coşkulu Taraftar Tribünü" üyelerine buradan teşekkür etmek istiyorum. Maçın kısa özetine gelince...
Maçın ilk yarısını domine eden ilk yarım saat boyunca kendi kalesinde şut görmeyen, bulduğu pozisyonlarla ve tabi ki erken golle Fenerbahçe, bu maçı alacağının sinyallerini verdi. 2. yarı başladığında daha çok uzun topla gol bulmaya çalışan Daum'un bir türlü anlayamadığım skoru koruma prensibini uygulamaya çalışan bir Fenerbahçe, daha atak daha saldırgan oynayan bir Galatasaray vardı. Ancak Leo Franco'nun yaptığı 2. aynı hatayı Alex affetmedi ve skoru 2-0'a getirerek biraz da olsa yüreklere su serpti. Daha sonra Galatasaray gol atmasına rağmen Roberto Carlos - tabiri caizse - profesyonelliğini kullanarak Keita'yı attırdı ve maç Güiza'nın da 90+1'de attığı golle 3-1 bitti.
Burada Güiza'ya ayrı bir paragraf açmak istiyorum. Her ne kadar Fenerbahçe taraftarlarının saç baş yolmasına neden olsa da kaliteli bir futbolcu, ancak aşırı duygusal. Golden sonra ki sevinci (patladı resmen) aslında ne kadar da dolduğunu gösteriyor. Şunu da demeliyim ki Daum'un da basın toplantısında bahsettiği gibi golden sonra Semih'e koşması da ayrı bir mutlu etti beni.
Kıssadan hisse, Fenerbahçe rutini bozmadı ve mücadele gücü yüksek olan maçlarda nasıl başarılı olduğunu kanıtladı, ancak bu tarz maçlar bende hala futbolcular maç seçiyor mu seçmiyor mu sorusunu uyandırıyor.

21 Ekim 2009 Çarşamba

Almanlar Yetiştirince Biz de mi Yetiştirmiş Sayılıyoruz?

Hayatım boyunca en sinir olduğum şeylerden bir tanesidir. Yurt dışında oynayan biri için yapılan, "Falanca oyuncu takımının filanca ile oynadığı maçta maçın 89. dakikasında oyuna girdi" gibi haberler gerçekten sinirim bozuyor. Benu bu tip haberlerin neden yapıldığına bir türlü anlam veremiyorum.Bu haberi okuyan biri vay be Türk oyuncmuz yurt dışında oynuyor diyebiliyor mu acaba? Ya da gerçekten insanlar böyle desinler diye mi yapılmış bir haber bu?

Tabi bu durum sadece spor için geçerli değil. Amerika'da falan üniversitede filanca Türk profesörü şu araştırmaya katkıda bulundu gibi haberler de dahil bu değindiğim konuya. Bu tip haberlerin yapılması bence tamamiyle bir ezikliktir. Çünkü bu oyuncular 89. dakikada oyuna girmekle veya bir takımın kadrosunda bulunmakla bizi gururlandırmıyor. Ben,ancak bir oyuncu oynadığı ligde yılın oyuncusu ödülünü veya yılın karmasına seçilirse onun haberini büyük bir gurur ve keyifle okurum. Onun dışında yapılacak her türlü haber bana kalsa kesinlikle zaman kaybıdır.

Türk insanı olarak başarıya açız. Bu nedenle de nerede Türkiye ile bağlantılı bir şey görsek bununla hemen mutlu oluyoruz. Bir zamanlar, hiç görmediği Türk babası ilk adını Mehmet koyduğu için Mehmet Scholl bizim milli gururumuzdu. Daha sonra, Deportivo maçlarında kale arkasındaki Türk bayrağı hepimizi sevinçten çılgına çevirmişti. Ne de olsa İspanya gibi Avrupa Birliği üyesi bir ülkede, La Liga gibi müthiş bir ligde bizim bayrağımız vardı ve bunun gurur duyulmayacak da ne yapılacak?

Şimdiler de ise bir Mesut Özil furyası var. Mesut'un gol attığı, ilk 11 çıktığı her maç spor kanallarında alt yazı olarak hemen geçiyor. Ben açıkcası Mesut Özil'i bir futbolsever olarak çok seviyorum ve elimden geldiği kadar da takip etmeye çalışıyorum. Ancak sadece adı ve soyadı Türk diye onunla gururlanacak değilim. Bence Mesut Özil Almanya Milli Takım'ını seçerek çok doğru bir karar vermiştir. Orada büyümüştür, futbolu Almanya'da öğrenip kendiğini gelişmiştir. Bugüne gelmesini sağlayan bütün olanakları da kendisine Almanya vermiştir. Şimdi kimse gelip de bu adama 'Neden Türkiye'yi seçmedin?' diyemez ve diyememeli.

Daha öncesinde de Malik Fathi,Kennedy Bakırcıoğlu,şimdilerde Kasımpaşa forması giyen Azar Karadaş, ve daha niceleri vardı. Bunların ortak özelliği de Türk pasaportu taşıyor olmaları ve menajerlik oyunları sayesinde biliniyor olmalarıdır. Biz bu adamları nedense çok gözümüzde büyüttük. Yurt dışında yetişmiş olmaları bizim için çok iyi futbolcular oldukları anlamına geliyordu. Ülkemizde oynayan ve bizim yetiştirdiğimiz futbolcuların hepsine 5 basarlardı ve bunları acilen milli takıma almamız gerekiyordu. Milli formayı giydirirsek(Kennedy Bakırcıoğlu hariç), büyük başarılara imza atardık ve Avrupa Şampiyonluğu ve Dünya Şampiyonluğu hayalleri bizim için gerçek olabilirdi. Ama eğer milli formayı giymezlerse onlar Türklüğe ihanet etmiş vatan haini olurlardı.



Bence böyle bir mantığa son vermenin zamanı geldi. Ben asla,'Türkiye'de yetişmiş oyuncuları benimseyelim öbürlerini dışlayalım' gibi bir düşünce benimsemiyorum. Ama eğer birileri ile gurur duymak istiyorsak, o insanlara her şeyden önce bizim katkı yapmamız lazım. Pasaportu Türk yazığı için bir insanla gurur duymak mantığı çok saçma ve eziklikten öte bir hareket değildir. Hedefimizi yüksek tutmalı ve her başarıdan sonra daha yükseği hedeflememiz gerek. Oyuna sonradan girmek değil, yılın oyuncusu seçilmek başarı olmalı artık. Başka ülkelerin yetiştirdiği Türk asıllı oyuncularla gelecek planları yapmak daha sınava girmeden şu notu alırım demeye benzer ve her ikisinin sonu da hayalkırıklığı olur. Ancak kendimiz de oyuncu yetiştirmek istiyorsak bir takım gelişmeler ve atılımlar yapmlıyız. Şu anki altyapıyla ve imkanlarla çok fazla yetenekli oyuncu yetiştirme şansımız yok.

Barça'dan Milan'a Geçmek





Barcelona'dan Milan'a geçmek asla bir kariyer düşüşü gibi gözükmez.Sonuçta İspanya'nın en büyük kulüplerinden İtalya'nın en büyük kuluüplerinden bir tanesini geçiyorsunuz. Ancak Brezilya vatandaşı iseniz bu biraz kariyer düşüşü gibi gözüküyor. Barcelona'dan Milan'a geçen ve transferden sonra eski parlak günlerini aratan benim hatırladığım 3 futbolcu var. Rivaldo,Ronaldo ve son olarak da Ronaldinho.



İlk olarak kariyerinin en parlak günlerini Barcelona forması altında yaşayan Rivaldo transfer oldu Milano ekibine. 1997-2002 yılları arasında giydiği Barça formasıyla harika bir performans yakalayan Rivaldo, daha sonra Van Gaal'in gelişiyle Barcelona'dan ayrıldı ve Milan'a geçti. Ancak 1 sene oynadığı Milan'da mutlu olamadı ve eski günlerini mumla aramaya başladı.Milan'dan ayrılıp Cruzeiro,Olimpiakos,AEK kuluüplerinde forma giydi ve şu anda Scolari'nin yönetimi altındaki Bunyodkor takımının formasının giyiyor.



Ronaldinho'nun şu anki durumunu kimse tahmin edemezdi. Aslında kimse onun Barcelona'dan ayrılacağının ve başka bir kulubün formasını giyeceğini beklemiyordu. Ama işler onun da istediği gibi gitmedi. Katalan ekibinde Şampiyonlar Ligi'ni ve La Liga kupalarını kaldırdıktan sonra işler sarpa sardı,performansı git gide düşmeye başladı ve Deco'yla beraber istenmeyen adam ilan edildi. Milan'a transfer olduğu zaman herkes mükemmel çalımlarını, etkileyici hareketlerini ve olağanüstü gollerini burada da sürdürmesini beklerken burada Barcelona'daki başarılarını tekrarlayamadı. İlk sene acaba Serie A'ya alışamadı mı, Kaka'nın gölgesinde mi kaldı diye düşünenler çoktu ama bu yaz başında Kaka'nın Real Madrid'e transfer olmasından sonra forvet arkası görevde bütün rol ona yüklendi. Ancak onun bu yükü pek de kaldırdığı söylenemez. Gerçi bunda Kaka'dan gelen 65 milyon euro'yu neredeyse hiç harcamayan ve tarihinin en güçsüz Milan kadrolarından birine sebep olan Galliani ve Berlusconi'nin suçu da var. Kendi kulubündeki pek de parlak olmayan kariyeri ona Brezilya milli takımındaki banko olan yerini de kaybettirdi. Artık Ronaldinho Brezilya milli takım kadrosunu sayarken ilk akla gelen isimlerden biri değil. Milan bu sene 8. sırada ve lider Inter'le arasında puan farkı şimdiden 7 oldu.Ronaldinho ise bu sene takımına penaltıdan attığı 2 golle katkıda bulundu.



Barcelona'dan direk İtalya'ya geçen 2 vatandaşının aksine Ronaldo daha sonra Milan'a geldi. Bence hepsinden daha kaliteli ve akıllı bir futbolcu. Gerçi Ronaldinho ve Rivaldo da tartışılmayacak isimler ancak Ronaldo her zaman benim favorim olmuştur. Mükemmel gol zekası, harika çalımları ve attığı muhteşem gollerle Ronaldo tek kelimeyle olağanüstüydü. Barcelona'da 1 senede 37 maçta attığı 34 golle adı dünyanın en iyi forvetleri arasına girdi. Daha sonra Inter'e, oradan da ilk "Los Galacticos" döneminin önemli parçalarından biri olacağı Real Madrid'e gitti. Real Madrid'deki kariyeri vatandaşı Ronaldinho'nun önderliğindeki Barcelona tarafında sönmeye başlayınca orada istenmeyen adam ilan edildi ve en çok sevildiği kulüplerden bir tanesi olan Inter'e ihanet edip en büyük rakipleri Milan'a transfer oldu. Bu kulüpte aslında çok da başarısız oldu diyemeyiz nitekim Milan'da kaldığı süre zarfında sakatlıklarla boğuştu.13 Şubat 2008'de Livorno karşılaşmasında o eski "meşhur" sakatlığı gene karşısına çıktı ve sözleşmesi daha sonra Milan tarafından feshedildi.

Bu 3 oyuncu da en iyi zamanlarında mükemmel futbolcular olarak lanse edilmekteydi ancak ne hikmetse hepsinin Milan'a geçişi onlar için sanki iyi devirlerinin sonu gibi oldu. Hepsi kırmızı-siyahlı kulüpte geçmişlerini mumla arattılar. Hepsinin de Milan'a geçmeden önce FIFA World Player of the Year ödülünü aldığını da hatırlatayım.

17 Ekim 2009 Cumartesi

`Hiçbir teknik direktör adayı ile görüşme yapılmamıştır`


Aşağıda Efe'nin yazdığı haberi TFF resmi sitesinden yalanlamış.


Yok Böyle Bir Gol


Sunderland 5. dakikada inanılmayacak cinsten bir gol atmış. Bent'in ceza sahası içinde vurduğu top taraftarların sahaya attığı ve ceza sahası içinde baya bir süredir duran büyük balona çarpıp yön değiştirip gol olmuş. Bahtsız bedevi olmuş Liverpool. Bu arada bizde olsa Dünyaya rezil olduk moduna girerdik hemen.

Ve Scolari Geldi...


"2010 Dünya Kupası Eleme gruplarını 3. bitirerek Afrika'ya gitmeye hak kazanamayan Milli Takımımızın Teknik Direktörü Fatih Terim 'in istifa etmesinin ardından Futbol Federasyonu'nun, 2002 Dünya Kupası yarı final maçında Brezilya ile bizi eleyerek finale kalan Luiz Felipe Scolari ile anlaştığı öğrenildi."


Evet Scolari geldi. Gelmesiyle birliktede tartışmaların başlayacağına hiç şüphe yok, zira Milli Takım'ın başına bir yabancı hoca gelmesi çoğu kesim tarafından doğru bulunmayacak ve büyük anlaşmazlıklar yaratacaktır.

Bununla birlikte kendisinin çok tecrübeli ve büyük bir hoca oluşuda bir avantaj. İnşallah bekleneni verir ve Milli Takımımızı hakketiği başarılara taşır. Bekleyip göreceğiz...

15 Ekim 2009 Perşembe

Dünya Kupası'na Katılmayı Garantileyen Ülkeler


Fil Dişi Sahilleri, Gana, Güney Afrika (Afrika)

Japonya, Avustralya, Güney Kore, Kuzey Kore (Asya)

İngiltere, Danimarka, İtalya, Almanya, Sırbistan, Hollanda, Slovakya, İspanya, İsviçre, (Avrupa)

Meksika, ABD (Kuzey, Orta Amerika ve Karayipler)

Brezilya, Paraguay, Şili, Arjantin (Güney Amerika)

14 Ekim 2009 Çarşamba

Aborjin FC'de Alkol Sorunu



Aborjin FC'de işler iyi giderken takımdaki rehavet havası can sıkmaya başladı. Takımın 3 oyuncusunun alkol yüzünden ehliyetini kaptırmasından sonra Altuğ ve Doğuş'un maçlara alkollü gelmesi bardağı taşıran son damla oldu. Barış Durgunlarla yapılan ilk maç öncesinde fütursuzca 5 bira içen Altuğ, son goldeki pozisyon hatası nedeniyle arkadaşlarından tepki almıştı. Havelsan ile yapılan maça ise Doğuş ağzı leş gibi içki kokarak gelmiş ve kendisini marke etmek isteyen karşı takım oyuncuları bu olaydan dolayı yanına bile yaklaşamamıştı. Ancak bu sorumsuzluklar halkası takım ve yönetim içinde huzursuzluklara neden oldu. İdari menajer Arınç Bayazıt yaptığı açıklamada "Bu hareketlere asla müsade etmeyiz. Bu hareketi yapanlar kesinlikle en ağır şekilde cezalandırılacaktır." diyerek ileride olası bir neşter operasyonun sinyallerini verdi.

Aborjin FC'nin bileği bükülmüyor



Aborjin FC bir türlü durdurulamıyor. Önüne gelen her rakibi alt eden ve her maçta gol rekorları kıran takımımız bu hafta da farka koştu. Artık bir makina gibi işleyen bir görüntü çizen Aborjin FC, bu haftaki rakibini 17-3 gibi farklı bir skorla mağlup etti. 100. Yıl Spor Kompleksinde oynanan maça; kalede Altuğ,defansta Ali-Gönenç-Altay,orta sahada Ateş ve ileride Barış-Doğuş dizilişiyle sahaya çıktı. Defanstaki üçlünün mükemmel uyumu, forvet hattının yırtıcı etkisiyle rakibini allak bullak eden takımımz sahadan mükemmel bir galibiyetle ayrılmasını bildi.

Aborjin FC:Altuğ(**),Ali(***),Gönenç(***),Altay(***),Doğuş(***)
Barış(****),Ateş(****)

13 Ekim 2009 Salı

Kısa Kısa Devam


Trabzonda bomba gibi bir haber var bugün. Broos'un yerine Bülent Uygun dedikoduları. Olursa çok enteresan olur.

Ankaragücü'nde paralarını alamayan Vassell ve Henderson Federasyon'a başvurmuşlar. Geldiklerinden beri primden başka para alamamışlar.

Zidane, Materazzi'ye attığı kafa için 'Galiba biraz fazla sert vurdum' demiş.

Beckham Ocakta Milan'da. Kurtarıcı (!) geliyor.

Ara transfere daha 2 ay kala çıkan isimler transfer döneminin nasıl geçiceğine işaret. Gazeteler bakalım kaç kişi transfer edicek. Fenerbahçe, Barcelona şimdiden 3er 5er transfere girdi.

Ankaraspordan Ankaragücü'ne geçiş tamamlandı. Hakikaten emeği olan herkese helal olsun koca ülkeyi federasyonu ayakta uyuttular. Geçmiş olsun Türk futbolu.

12 Ekim 2009 Pazartesi

Yabancı Olsun


Aşağıda Altuğ adı geçenleri ve durumu özetlemiş. Benim fikrim kesinlikle yabancı gelmesinden yana. Bizim gibi Milli Takım'ı klüp takımının arkasında tutan bir millet için en ideali yabancıdır. Fatih Terim Galatasaraylı diye Milli Takımdan soğuduğunu söyleyen insanlar, yenilsin eleştirelim diye bekleyen insanlar, Ersun Yanal Hakan'ı Milli Takım'a almadı diye düşman ilan edenler. Bunlarla geçti bu ülkenin son yılları. Milli Takım kadrosu her açıklandığında olay: Hangi 3 büyükten adam aldıysa oranın yanlısı olan Türk TD. Bunlardan dolayı ben yabancı TD isteyenlerdenim. Dünyanın futbol ülkesi İngiltere, ki bu konuda da çok milliyetçidirler, bile Capello'ya veriyorsa görevi bizde yapabiliriz. Burda bir önemli nokta Milli Takım - Klüp Takımı ayrımını iyi yapıp ona göre yabancı teknik direktör bakmalı. Mesela sakın ola ki Lucescu olmasın. Daum'da olmasın da sonunda belki ülke olarak kenetlenebilelim. Daum olsa ve Galatasaraydan az adam alsa olacakları düşünmek bile istemem. Ayrıca gelecek iyi bir yabancıyla artık hadi koçumla turnuvalarda tesadüfen yükselmek yerine belki bir taktik ile ekol ile yükselebiliriz. Benim adaylarım ise tartışmasız Hiddink ve Scolari. Ha ama Hiddink gelir mi derseniz, hafızasının zayıf olmasını ummaktan başka yapacak birşeyimiz yok.

Avrupa'dan Kısa Kısa


Ranieri Totti'nin İtalya Milli Takımı'na dönebileceğini söylemiş. Finallerde forma giymek istiyormuş.

Larsson Çarşamba günü oynanacak Arnavutluk maçından sonra Milli Takım'ı bırakacakmış. Kendisi hali hazırda İsveç Milli Takım'ında forma giyen en yaşlı oyuncu.

Corriere Dello Sport Leonardo'nun kaderinin Roma ve Real Madrid maçlarına bağlı olduğunu yazmış. Bence çok bile yazmış.

Dzeko için Manu ve Milandan sonra Juve'nin de adı geçmeye başlamış. Umarım bu 3ünden birine gider.

Lazio Benficalı Aimar konusunda ısrarını sürdürüyormuş.

Son haberde Türkiye'den olsun: Bursa'nın kalecisi Dimitar Ivankov'un bacağında bir kemikte kırık olmuş. 6 hafta sahalardan uzak kalacak.

A Milli Takımın Yeni TD'ü Kim Olacak?

Başarılı bir Euro 2008 döneminden sonra 2010 Afrika Dünya Kupası elemelerinde havlu atan milli takımımızın bildiğiniz gibi teknik direktörü Fatih Terim 2-0'lık Belçika mağlubiyetinden sonra istifa etti. Bu istifanın bir gün geleceği aylar hatta yıllar öncesinden belliydi, çünkü milli takım belli bir sistem üzerine kurulu değil "Vatan millet Sakarya" prensibine bağlı olarak oynuyordu. Bunun en büyük örneğini ise Euro 2008 boyunca oynanan maçlarda gördük. Aslında hiç kombine ataklar geliştirmeyen, ön sahada karşı takıma baskı kuramayan bir ekiptik. Defansta sakatların çokluğuna rağmen işlerin yaver gitmesi ve de yetenekli oyuncularımızın direk katkısıyla her zaman skora gitmesini bildik. Taa ki Almanya maçına kadar. Almanya maçını ayrı tutuyorum, çünkü kupanın en büyük favorilerinden olan bir takımı ön sahada iyi karşıladık. İyi pres ve kanatlardan gelen başarılı hücumlarla maçın skorunu 2-2'ye getirmeyi başardık, fakat bireysel hatalar sonucunda Lahm'ın ceza sahasına girmesiyle maçı 3-2 kaybettik ve finalden olduk. Bu maç ne kadar ironik olsa da aslında gerçekleri de yansıtıyordu. Bu takım istediği zaman iyi oynayabiliyordu, fakat bu sayın Terim'in taktiksel başarısı değil, futbolcuların "Türko(!)" ruhundan kaynaklanıyordu. Derken bir süre sonra takımın sistemsizliği patlak vermeye başladı. Önce içerideki Belçika maçı, daha sonra Estonya ve İspanya maçlarıyla birbirini takip eden başarısız form grafikleri. Deplasmandaki Bosna&Hersek maçından önce herkes umutluydu yine. Milli takım zoru severdi, nasıl olsa böyle noktalardan çok dönmüştük ve her zaman başarırdık(!) Fakat polyannacılığı oynamayI sevmeyen Türk taraftarları aslında çok iyi biliyordu bizi çok zor mücadelenin bekleyeceğini. Hatta çoğu kişinin umutları kırılmıştı. Bosna&Hersek; Dzeko, Misimovic ve Ibisevic hücum 3lüsüyle tehlikeli bir portre çiziyorlardı. Nitekim de öyle oldu.. Salihovic'in şık frikik golü Bosna&Hersek'e beraberliği getirirken, bu 3lü hücum hattı deyim yerim yerindeyse "Çanakkale geçilmez!" tabusunu yıktı ve sahadan beraberlikle ayrıldık. Türkiye'nin Euro 2008'den sonra oynadığı 2010 Afrika Kupası Elemelerinde oynadığı maçlara şöyle bir bakalım isterseniz:


Daha sonrasında azalan umutlar tekrardan Belçika ve Bosna&Hersek-Estonya maçına bağlandı. Bu maç da Bosna&Hersek'in 2-0'lık galibiyetiyle tamamlanınca sanırım Belçika maçındaki mağlubiyetimize değinmeme bile gerek yok. Böylece yine kendi göbek bağımızı kendimiz kesemedik ve Bosna&Hersek ve sayın Terim! bizim 2010 Afrika Dünya Kupası yolunda havlu attırdı.
Şimdi gelelim esas konuya.Dünyanın konuştuğu(!) sayın Terim milli takımımızdan ayrıldıktan sonra yerine kim geçecek. Bir çok söylenti var: Mustafa Denizli, Bülent Uygun hatta ve hatta Daum ve Lucescu. Bu adaylara şöyle bir bakacak olursak, Mustafa Denizli günü kurtaran, uzun vadede hiç bir zaman başarı yakalayamayacak bir teknik adam. Bunun örneklerini de gerek Milli Takımın başındayken gerekse üç büyüklerde de - sırasıyla - Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş'ta gösterdi. Bülent Uygun'a gelince. Sivasspor gibi esamesi 2-3 yıl öncesine kadar okunmayan bir takımı Şampiyonlar Ligi Ön Elemelerine kadar götürdü, başarısız da olsa aslında bir anadolu takımının neler yapabilceğini gösterdi. Büyük bir kulüpte görev almadığı için tabi ki bilemeyiz ama Sivasspor takımına oynattığı defansif oyun tarzı ve topu şişirip Mehmet Yıldız'a indirtme taktiğiyle(!) Milli Takımda başarılı olabileceğini düşünmüyorum. Zaten büyük bir takımı yönetecek kadar vizyonu geniş ve tecrübeli de değil. Daha pişmesi gerekiyor. Belki bir kaç sene sonrası için düşünülebilir.
Aklımı en çok karıştıran meselesi Milli Takımın başına yabancı hoca getirilmesi. Türkiye Futbol Federasyonu başkanı Mahmut Özgener'in yabancı hoca getirmeyi düşündüklerini açıklaması beni hayal kırıklığına uğrattı. Adaylara ve çıkan söylentilere şöyle bir bakalım:

Cristoph Daum: 2005-2006 sezonundan sonra tekrar Fenerbahçe'nin başına geçen Alman hoca için Tanjevic modelinin uygulunabileceği söylentileri dolaşıyor. (Tanjeviç modeli adı da ne zaman çıktıysa bilemiyorum. Tanjevic modelini adından dolayı anlayamanlar için kısaca açıklayacak olursak bir teknik adamın hem bir kulüp takımını hem de bir milli takımı çalıştırması anlamına geliyor.) Guus Hiddink (Chelsea ve Rusya) ya da Bogdan Tanjevic (Fenerbahçe Ülker ve Türkiye Milli Basketbol takımı) gibi..Fikrime gelecek olursak bir teknik adamın zamanını tek bir takım için harcaması sadece ona odaklanması gerektiğini düşünüyorum, çünkü Daum'un Fenerbahçe'yi 3 sezon boyunca bırakması söz konusu değil.


Mircea Lucescu: Transfer sezonun başında adı sık sık Fenerbahçe ve Galatasaray'la anılan Rumen çalıştırıcının Milli Takımıza çok katkı sağlayacağını düşünsem de (gerek milli takımımızın kadro yapısı gerekse bireysel yetenekler) Türk olmaması yine en büyük handikap olarak gözüküyor. Her ne kadar yazımda "Vatan millet Sakarya" ruh halini geri plana atsam da Milli takımımız için önemli unsurlardan biri olduğunu düşünüyorum ve de bunu Lucescu'nun doğal olarak sağlayamayacağını düşünüyorum.


Guus Hiddink: 90-91 sezonunda Fenerbahçe'yi çalıştırırken istenmeyen adam Hiddink'in raf ömrü 8 ay sürdü. Daha sonra çalıştırdığı takımlarla ve kazandığı başarılarla aslında ne kadar başarılı ve kaliteli bir teknik adam olduğunu gösterdi. Ancak Lucescu'da gösterdiğim "Türk" olmaması nedeniyle başa geçirlmesinin yine doğru olmayacağını düşünüyorum. Zaten kanımca Hiddink'in 90-91 sezonunda yaşadığı o zor dönemden sonra Türkiye defterini tekrarda açacağını hiç düşünmüyorum.


Kendi fikrime gelecek olursak bu takımın başına şu an en uygun ve mental olarak dingin olan Ersun Yanal'ın getirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Hem yapacağımız hazırlık kamplarıyla ve de hem de Ersun Hoca'nın taktiksel bilgisi, yükleyeceği kondisyon ve motivasyonla beraber Euro 2012'ye zorlanmadan katılabileceğimizi ve turnuvada da iddalı bir konuma gelebileceğimizi düşünüyorum.

Forvet Fakiri Portekiz


CR9 haberini yazarken aklıma geldi. Nuno Gomes'ten beri gelmedi Portekiz'e adam gibi bir forvet. Pauleta bir ara baya götürdü, ki beğenirim Pauleta'yı, ancak bence o da arkadaki 2li yada 3lü kadar kaliteli olamadı hiçbir zaman. Helder Postiga parladı söndü, tutunamadı. Makakula'yı bile denediler orada. Şimdi ise Liedson ve Hugo Almeida bu bölgeyi doldurmaya çalışıyor. Yıllarca Portekiz liginde sıradan bir santrafor olan Liedson'a kaldılar. Dünyanın belkide en iyi orta sahası, üst kalite defansının önünde bir forvetleri olsa.. Portekiz Afrika'ya gidebilirse sanırım tek sıkıntıları forvet hattı olacak ve ülkede bu resimdeki adama dua edecekler..

Aborjin FC yine Göz Doldurdu

Yıldız kampı tam gaz devam ediyor! Bu sezonki 3. maçında Aborjin FC, Sporland Arena'da oynan maçta yine farka koştu: 9-2. Sahaya, malzeme aksaklıkları dolaysıyla 15 dakika geç çıkan Aborjin FC, kalede Altuğ, geri 3lüde Altay,Efe,Fırat ileride Barış,Ali,Ateş 3lüsünden oluştu. Maçı başından sonuna kadar domine eden lacivert beyazlı ekip, kombine ataklarla ve sahanın her alanında yaptığı presle (parselleme) sahadan farklı bir skorla ayrıldı. Ayrıca "Kader" lakaplı Ateş 30m'den attığı şık golle alkışları topladı.

Aborjin FC: Altuğ(**), Altay(****), Efe(**), Fırat(**), Ateş(****), Ali(****), Barış(****)

Cristiano Ronaldo 1 Ay Yok



Sakatlığından dolayı Madrid'in son maçlarında oynamamıştır CR9. Portekiz'in ölüm kalım maçında sahada yerini aldı ancak 27. dakikada sakatligindan dolayi oyunu terketti. 1 ay sahalardan uzak kalacağı açıklanmış. Bakalım Manuel
Pellegrini Riijkard gibi suçu Milli Takım doktorlarına ve hocasına atacak mı. Madrid medyası kesinlikle saldıracaktır, bunun üstünden sayısız haber yapacaktır. Son olarak 95 milyonluk CR9 kim ki de Pellegrinı ağzını açsın koskaca Gökhan Zan sakatlandı bu Milli Takımlarda.. Hemde Galatasaray'ın Ankaragücüne yenilmesi bundan dolayı oldu Frank haklı sanırım..

Road To World Cup 2010



Dünya Kupası elemelerinde artık sona doğru gelindi. Cumartesi oynanan maçlar sonrasında çoğu grupta durum netleşti, özellikle Avrupa'da. Danimarka kupaya direk gitmeyi garantilerken İsveç'in de ipini çekti. Portekiz Macaristan'ı yenerek ikinciliğe yerleşti ve bu sıralama büyük bir süpriz olmazsa son maçlardan sonra da değişmez. Malesef Ibra'da bizim gibi evinden izleyecek turnuvayı.


Çekler'in ve Polonya'nın olduğu grupta Slovenya ve Slovakya ilk iki sırada. Onlarda son maçta mucize yaratmazlarsa ilk iki sırada kalacaklar. Baros artık Florya'dan izler kupayı. Almanya deplasmanda aldığı 1-0lık sonuçta kupaya adını yazdırdı, Rusya playoffa kaldı. İngilizler Ukrayna'ya yenilerek Hırvatistan'dan aldığı intikamı pekiştirdi, Ukrayna artık ikinci sırada ve son maçları Andorra ile. Hırvatlarda dışarıda kaldılar bu sonuçla.


Sırbistan Romanyay'ı 5-0la geçerek Afrika biletini alırken Fransa'da playoffa kalan bir diğer takım oldu. İtalya, İrlandayı yenerek direk kupaya giderken İrlanda'da playoffa kaldı. Bu arada ikinci takımlardan en az puan alanı direk turnuva dışında kalacak ama o takım daha belli değil.

Arjantin - Peru maçı için ayrı post yazmak lazım. Şanslı adam Maradona. Garip adam Palermo. Arjantin'in işi son maçlara kaldı ama ben onların 4. olarak direk gideceklerini düşünüyorum. Yada umuyorum en azından... Şili, Gana, Fildişi Sahilleri, Meksika ve ABD son oynanan maçlardan sonra turnuvaya katılma hakkını kazandılar.

Buraya Kadarmış...


Milli takımımızın dün Belçika karşısında aldığı 2-0'lık mağlubiyet sonucunda TFF'de işler karıştı.Maçtan sonra basına bir açıklama yapan Milli Takımlar Teknik Direktörü Fatih Terim, görevinden istifa etme kararını kameralar aracılığıyla tüm Türkiye ile paylaştı. Öyle ki Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı Mahmut Özgener dahi bu kararı herkes gibi televizyondan izlemiş. Özgener yaptığı açıklamada; Milli takımımızın aldığı bu sonuçlar doğrultusunda 2010 Afrika Dünya Kupasına gitme şansını yitirdiğini, fakat herşeye rağmen geleceğe dair büyük umutları olduğunu belirtti. Özgener, Fatih Terim ile maçtan önce görüştüklerini ve takımın istikrar sorunu hakkında konuştuklarını da sözlerine ekledi.



"Müsabaka öncesinde, değerli hocamız Fatih Terim’le de istikrar konusunu sıklıkla konuşmuştuk. Kendisinin müsabaka sonrasında almış olduğu istifa kararını televizyondan öğrendim. Bu karar, Sayın Terim’in kendi kararıdır. Ben ve Yönetim Kurulundaki arkadaşlarım, hocamızın kararını saygıyla karşıladık. Kendisi Milli Takımlarımıza büyük hizmetler vermiştir. Bugüne kadar yapmış olduğu hizmetler için kendisine çok teşekkür ederiz."

Peki sizce ne olduda Avrupa Şampiyonasında büyük başarılara imza atan takımımız, hocamız ve hatta federasyonumuz bugün bu hale geldi. Acaba o günlerde inanmadığımız bazı şeyler gerçekten doğrumuydu ? Sadece şans mıydı ? Yada o takım ve o hoca nelerden etkilendide bu derece büyük bir düşüşe örnek teşkil ettiler..

Ayrıca dün maçta çıkan olaylara gelince artık seyircinin de hiç birşeye tahammulu kalmadığıda belli. Tribünlerden Fatih Terim ve Emre Belözoğlu'na yapılan hakaret ve sözlü sataşmalar ancak yedek kulübesi ve görevlilerin müdahaleleriyle bastırılabilmiş. Buna ek olarak bugün basında yer alan haklı/haksız acımasız eleştiriler va hatta hakaretlerde cabası. Bakınız Turgay Şeren dün yaptığı röportajda ne demiş..



"Kuralarda rakiplerimizi duyduktan sonra biz dedik ki bu gruptan İspanya 1. çıkar, biz de 2. çıkarız. En kötü ihtimalle play-off’lar da çıkarız. Muhakkak Dünya Kupası’na katılırız diye düşünüyorduk ama olmadı. Dün akşam berbat ötesi bir oyun oynadık. Sen Milli takımsın. Sırtındaki forma için oynayacaksın."

Fatih Terim ile ilgili yorum yapmaya gelince ise Şeren ağır konuşmuş..

"Bizim bu durumlardan kurtulmamız için tek bir olasılık var. Fatih Terim, Galatasaray’da yaptığı gibi bir daha geri gelmemek üzere düdüğünü asacak ve gidecek.

Kaybedilen maçlarda Terim’in büyük etkisi var. Terim’in en büyük suçu düşüncesi. Aklındaki şey şu: benim kurduğum kadro en iyisi ve her zaman en iyisini yapar."


Evet, yorum size kalmış. Aslında herşey çok karmaşık gibi görünsede dikkatli bakıldığı zaman açık ve net ortada.. Ama asıl önemli olan bundan sonra "ne" olacağı ve "nasıl" olacağıdır. Şimdiden göreve kimin geleceği hakkında dedikodular başladı bile. İsimler arasında da, Lucescu ve Ersun Yanal gibi hocalar var.

Son olarak bizede sadece oturmak, beklemek ve izlemek düşüyor. Terim'e bugüne kadar yaptığı katkılardan dolayı herkes gibi teşekkür ediyoruz ve kendisinin de dediği gibi artık "Look Forward" vakti.. İronik mi ?!

10 Ekim 2009 Cumartesi

Serie A'da Kontratı Bitenler



Bu listedeki en cazip seçenekler Patrick Vieria ve Goran Pandev. Patrick Vieria'nın gidişi şu an için zor çünkü kimse 33 yaşındaki bir oyuncu için 5.5 milyon euro ödemeye razı olmaz. Pandev ise sene başında Lazio başkanı Claudio Lotito ile papaz oldu kontrat konusunda. Lazio zorla yeni kontrat imzalatmaya çalıştı,Pandev de imzalamam diye diretince sene sonuna kadar kadroya giremeyecek muhtemelen.

Atalanta:Costinha and C.Doni

Bologna:Adailton, Bombardini,R.Colombo,H.D.Gimenez,S.Lanna,Lavecchia, Marazzina,Mingazzini,R.Santos,C.Zenoni

Cagliari:D.Lopez,Lupatelli,Parola

Chievo:Bogdani,Luciano,M.Yepes,Scardina,Squizzi

Fiorentina:Gobbi,Kroldrup,M.Jorgensen

Genoa:Biava,L.Figueroa,Scarpi

Inter Milan:Orlandoni,Vieira

Juventus:F.Cannavaro

Lazio:Baronio,J.Cruz,O.Dabo,Pandev,Siviglia

Livorno:Bergvold,A.Filippini,Galante,Marchini

AC Milan:Dida,Favalli,F.Inzaghi,Roma

Napoli:Grava,Iezzo

Palermo:Bresciano,Simplicio

Parma:N.Amoruso,Panucci,Pavarini,D.Zenoni

AS Roma:Artur,Cassetti,M.Esposito,J.Sergio,Lobont,Perrotta,D.Pizarro,Taddei,Tonetto

Sampdoria:Castellazzi,D.Franceschini,Guardalben,Lucchini

Siena:L.Jarolim

Berlusconi'nin Milan Macerası Sona Doğru



Silvio Berlusconi, büyük borçlarından dolayı ve acilen nakit para ihtiyacı olduğu için Milan'ın satılabileceğini açıklamıştı. Bu açıklamasından hemen sonra talipler de sıralanmaya başladı. Arnavut petrol zengini Rezart Taci, kulubü satın almak için 700 milyon, yeni oyuncuları getirtmek için de 300 milyon euro ödemeye hazır gözüküyor. Bir diğer talip ise Mohammed Bin Rashid Al Maktoum.Al Maktoum şu anda Milan'da hem hisse sahibi hem de Emirates Havayolları vasıtasıyla kulubün sponsoru durumda. Ayrıca Mansour Bin Zayed Al Nahyan da Manchester City'i elinden çıkarması durumda 300 milyon euroluk bir yatırımla Berlusconi'nin kapısını çalabilir.

Bu teklifler ne kadar iyi olursa olsun Milan'da çok köklü bir değişime gidilmesi kaçınılmaz gözüküyor. Kulubü satın alan kişi muhtemelen enkaz devralacaktır.
Serie A'daki Inter üstünlüğünü yıkmak ve Avrupa'daki başarılı günlere geri dönmek için de büyük paralar harcanmak zorunda. Sezon sonunda Dida,Giuseppe Favalli ve Flavio Roma serbest kalıcak.Marek Jankulovski,Gianluca Zambrotta,Massimo Oddo,Oguchi Onyewu,Clarence Seedorf ile beraber bekleneni veremeyen Ronaldinho,Klaas-Jan Huntelaar ve Marco Borriello büyük ihtimalle sezon sonunda satılacaklar listesinde olacaklar.

8 Ekim 2009 Perşembe

Cannavaro'da Doping



İtalyanların ünlü defans oyuncusu Fabio Cannavaro'da doping testi sonucunda bulgular pozitif çıkmış. Arıya alejisi olan Cannavaro'nun Ağustos ayında arı sokmasından sonra bir ilaç aldığı ve ilacın da kortizon içeridiği için Cannavaro'da bu bulgulara rastlanmış.Cannavaro ise bu ilacı belgelemeyi unuttuğu için test sonucu pozitif çıkmış.Juventus kulubü ise bu ilacın ölümcül sonuçları engellemek için kullanılmasının kaçınılmaz olduğunu ifade etmiş. WADA kararını yarın açıklayacak, ne cevap verecekleri merak konusu.

Aborjin FC İyi Yolda



Yıldız kampında oynadığı maçlarla iyi yolda olduğunun sinyallerini veren ve rakiplerini farklı skorlarla yenerek adeta gövde gösterisi yapan Aborjin FC, dün ilk resmi maçında deplasmanda Barış Durgun'ların takımıyla karşılaştı. MESA stadında oynanan maç inanılmaz bir çekişmeye ve mücadeleye sahne oldu.

Maça temkinli ve organize başlayan taraf Aborjin FC oldu. Kalede Altuğ, defansta Ali-Gönenç-Altay, orta sahada Ateş, forvette de Barış-Doğuş ikilisiyle başlayan Aborjin FC, güçlü rakibi karşısında daha maçın ilk saniyelerinde pozisyonlar bulmaya başladı. Yeni transfer Gönenç'in takıma bi anda uyum sağlaması, sanki 40 yıllık Aborjinmiş gibi mücadele etmesi büyük takdir topladı. Defansta sakat olmalarına rağmen Ali ve Altay da büyük mücadele örneği göstererek defansta mükemmel bir üçlü yarattılar. Orta sahada Ateş'in rakibi karşılamaları ve zamanında müdaheleleri ile rakibe kontra atak şansı vermeyen takımımız, ilerde ise yeni transfer Doğuş'un kondisyon eksikliğinden dolayı sıkıntı çekti. Barış, çok pozisyonlara girmesine rağmen şutları rakip kaleciden döndü ve adeta gol atamayan ama mücadele eden Nobre'yi akıllara getirdi.

Yeni transfer Gönenç yerinde müdaheleleri ve attığı iki golle yıldızlaşırken taraflı tarafsız herkesin takdirini topladı.Rakiplerinden böyle bir direnç beklemeyen Barış Durgun'un takımı ise takım olmaktan çok uzak bir görüntü çizdi ve sadece yıldız oyuncuları ile sonuca gitti. Maçın son saniyelerinden yenen gol, takımın moralini bozsa da gelecek içinçok iyi mesajlar verdi ve ne kadar AMANSIZ olduklarını gösterdiler.

Aborjin FC:Altuğ(***),Ali(***)Gönenç(****),Altay(***),Ateş(***),
Barış(***),Doğuş(**)

7 Ekim 2009 Çarşamba

Futbol asla sadece futbol değildir.Filmide çok güzel olur

Bu ara hem sinemasever hem futbolsever olarak epey şenleneceğiz a be dostlar.Uzatmadan sölüyorum.
-The Damned United
-The Firm ( 1988'de Alan Clarke'ın The Firm'ünü The Football Factory'nin senaristi Nick Love yeniden çekti.iyi ki de çekti.)
-Awaydays ( Hem Damned United'ın da hem This is England'da hem Snatch'de aslında hemen hemen ingiliz köklü her film de rastladığımız sevdiğimiz insan Stephan Graham bu filmde de oynuyor.Bi filmde de oynama arkadaş.)

Ayrıca,
Away we go,,Buffalo 66,The wind that shakes the Barley, 9 , Breakfast on Pluto , Adventureland , The Science of Sleep,Sin aka Nombre Without Name,The Motorcycle Diaries bu hafta izleyip beğendiğim filmler efendim.Kalın sağlıcakla.

6 Ekim 2009 Salı

Domenech Fransa'nın Neyi?



Dünyadaki en iyi kadrolardan biri.. Hızlı oyunu oynayacak her tarz adam var.. Yıllardır kötü, kısır ve ıkına ıkına oynuyor ama Domenech o koltukta hala oturuyor. Kim (!) bu adam hakkaten merak ediyorum. Arkasında dağ dursa yıkılırsı şimdiye kadar. Hakikaten merak ediyorum..

5 Ekim 2009 Pazartesi

Yıldız Kampı Tam Gaz Devam Ediyor



Aborjin FC bu sene çok can yakacak gibi gözüküyor. Bu akşam oynanan maçta Aborjin FC, rakibi karşısında 13-5 gibi farklı bir skor elde etti. Maçta,köklü İngiliz kulübü Cadbury'den transfer edilen Altuğ ve master tezini bitirip de gelen Can da forma giyerken arkadaşlarıyla olan uyum sorunu gözlerden kaçmadı.Maça, kalede Altuğ, defansta Efe-Altay-Ateş, ileri uçta ise Ali-Barış-Can ile başlayan takımımız, maçın başında bulduğu gollerle rahatladıktan sonra top çevirerek ve ayağa pas yaparak rakibine üstünlük sağladı. Takım olarak kendini fazla yormayan oyuncuların akıllarının haftaiçi yapılacak olan Barış Durgun maçında oldukları belirtildi.





Maçtan sonra ise oyuncuları tatlı bir süpriz bekliyordu. İngilizlerin "Sir" lakaplı ünlü futbolcusu Darius Vassell'de Yıldız Kampını ziyaret edip maçı izledi ve maç sonu oyuncularla tanıştı. Altay'ın performansını çok beğenen ve yanındakilere 'Kim bu çocuk?' diye soran Vassell, maç bitiminde bizzat gelip Altay'la tanıştı. Tekniğinden çok etkilendiğini söyleyen "Sir", bir gün sana karşı oynamak isterim dedi.Tecrübeli kaleci Altuğ ise yanına gelen Vassell'i tersledi ve bu ırkçı hareketleri takım arkadaşlarından tepki aldı.

Aborjin FC:Altuğ(**),Altay(**),Efe(***),Ateş(**),Barış(**),
Can(**),Ali(**)